RADYOMUZ YAYINDA !
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

RADYOMUZ YAYINDA !

Duygularınızı Paylaşabileceğiniz Nezih Bir Ortam
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Peygamberler Tarihi

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 10:58 pm

Hz. ÂDEM (a.s.)
İlk insan, ilk peygamber, insanlığın babası. Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i
topraktan (turâbtan) yarattı. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/1
Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği
zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın
yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden
olmasını dilemiştir:
"Sizi (aslınız Âdem'i) topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir.
Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz." (er-Rum, 30/20)
Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve safhalardan geçirmiştir:
1- Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:
Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu
safha insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:
"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)
Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.
"Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde
yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde
yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla
kadirdir. " (en-Nûr, 24/45) "O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp
da onu soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)
Yeryüzünün 3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek
ki dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiştir. Yine
Cenâb-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı
(Âdem'i) çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (el-Mü'minun,
23/12) İşte ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir
çamurdan sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan)
yaratılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, V,
3056-3059, 3431-3432)
2- Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile
karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden
birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır.
Cenâb-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi.
"Biz onları (asılları olan Âdem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan
yarattık. " (es-Sâffât, 37/I 1)
3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline
getirildi. Hame-i mesnûn, suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve
kokmuş bir haldeki balçık demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir
çamurdan, suretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr,
15/26-2
Böylece Allahü Teâlâ Âdem (a.s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu
da su ile karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe
uğratarak kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.
4- Salsal: Kuru çamur demektir.
Cenâb-ı Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr"
(kiremit, saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah
insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. "
(er-Rahmân, 55/14, ilgili ayet için bk. Hâzin; Elmalılı Hamdi Yazır,
a.g.e., VIII, 4669)
Hz. Âdem'e Ruh Verilmesi
Cenâb-ı Allah Hz. Âdem'i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi maddesi
olan çamuru, çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın
verilmesi ve ruhun nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet
şekil ve suretinin tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayınca ona can
vermiş ve ruhundan üflemiştir: "Rabbin o zaman meleklere demişti ki:
'Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek
(hilkatını) tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için
derhal (bana) secdeye kapanın.' Bunun üzerine İblis' ten başka bütün
melekler secde etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden
olmuştu. Allah: 'Ey İblis iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma
secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa
yücelerden mi oldun?' buyurdu. İblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni
ateşten, onu ise çamurdan yarattın. " (Sâd, 38/71-76. Ayrıca bk.
el-A'râf, 7/12; el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)
Cenâb-ı Allah böylece Hz. Âdem'i en mükemmel bir şekilde yarattı.
Boyunun uzunluğunun altmış "zirâ" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir.
(Kurtubî, Tefsir, XX, 45) Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allahü Teâlâ
ona, haydi şu meleklere git, selâm ver ve onların selâmını nasıl
karşıladıklarını dinle! Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyyetinin
selâmlaşma örneğidir. Bunun üzerine Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü
aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu aleyke ve rahmetullah" diye
karşılık verdiler, Âdem, insanların büyük atası olduğu için, Cennet'e
giren her kişi, Âdem'in bu güzel suretinde girecektir. Hz. Âdem'in
torunları, onun güzelliğinden birer parçasını kaybetmeye devam etti.
Nihayet bu eksiliş şimdi (Hz. Muhammed zamanında) sona erdi. (Buhârî,
Sahih, IV, 102, Halk-ı Âdem, 2 Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis
no: 1367)
Hz. Âdem'e isimlerin Öğretilmesi
Allah Hz. Âdem'i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden
faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini
öğretti. İsimlerin dalâlet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi.
"Hani Rabbin bir vakit meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi
tebliğ etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan)
yaratacağım' demişti. (Melekler de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni
ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken
orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi
yaratacaksın?' demişlerdi. Allah: 'Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben
bilirim.' demişti. Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretmişti. Sonra
onları (onların dalâlet ettikleri âlemleri ve eşyayı) meleklere
gösterip 'doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları
isimleriyle beraber bana haber verin' demişti. (Melekler) de: "Seni
tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz
yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan
şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara, 2/30-32)
Bu ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karşıtı olarak
başkasına vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu
temsil etmek demek olan hilâfet * masdarından türemiş bir sıfattır.
İsim olarak kullanılır. Aslı "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâğa
içindir. Birinin arkasından makamına ve yerine vekâlet eden demektir.
Bu niyâbet (vekâlet) ya aslın geçici olarak makamından ayrılması
dolayısıyla verilir veya aslın acizliğinden dolayı yardım etmesi için
verilir. Yahut bunların hiçbiri olmadığı halde asıl, vekiline sırf bir
şeref bahşederek onu yüceltmek için vekâlet verir. İşte Cenâb-ı
Allah'ın arzda evliyasını istihlâfı bu kâbildendir. (Râgıb el-İsfahânî,
el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an İstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazır,
a.g.e., I, 300)


En son Admin tarafından Ptsi Ocak 26, 2009 11:00 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 10:59 pm

Cenâb-ı Allah: "Yeryüzünde bir halife yaratacağım ve tayin edeceğim."
demişti ki; kendi irade ve kudret sıfatımdan ona bazı salâhiyetler
vereceğim, o bana izâfeten, bana niyâbeten yarattıklarım üzerinde
birtakım tasarruflara sahip olacak, benim namıma ahkâmımı yeryüzünde
yürürlüğe koyup uygulayacaktır. O, bu hususta asil olmayacak, kendi
zatı ve şahsı namına asıl olarak hükümleri icra edemeyecek ancak benim
bir nâibim, kalfam olacak, iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi,
kanunlarımı tatbike memur bulunacak sonra onun arkasından gelenler ve
ona halef olarak aynı vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır.
"Verdikleriyle sizi denemek için, yeryüzünün halifeleri kılan ve
kiminki kiminizden derecelerle üstün yapan odur..." (el-En'âm, 165)
ayetinin sırrı zâhir olacaktır. Bu mana, Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn'den
uzun uzadıya nakledilegelen tefsirlerin özetidir. (Elmalılı, a.g.e., I,
300)
Allahü Teâlâ, Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine
istişâre eder gibi tebliğ etmiş, Âdem'i yarattıktan sonra ona eşyanın
isimlerini öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme
kabiliyetini vermiştir. Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis
vazifesiyle meşgul olmaları ve nefislerinin olmaması sebebiyle
yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarının
lâyık olacaklarını Âdem ile meleklerini bir imtihandan geçirerek
göstermiştir.
Yüce Allah Âdem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva*'yı onun eğe veya
başka bir görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün
mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs, "Allah
Havva'yı, Âdem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır."
demişlerdir. (en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)
Hz. Âdem'in Cennet'e Yerleştirilmesi:
Yüce Allah Âdem ve eşine şöyle diyerek, Cennet'e yerleştirdi: "Ve
demiştik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Cennet'te yerleş, otur. Ondan
(Cennet'in yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin.
Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden
olursunuz. " (el-Bakara, 2/35; eL-A'râf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis)
sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın; sonra
zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada
mümkündür ve sen burada susamazsın ve güneşte yanmazsın. " (Tâha 20/1
17-1 19)
Hz. Âdem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu kesin olarak
bilinmiyor. Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir olduğu hakkında
rivayetler vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz. Çünkü yüce
Allah bu ağacın ismini bize bildirmemiştir. Cenâb-ı Hakk Cennet'te
Âdem'e büyük bir hürriyet vermekle beraber yine de buna bir sınır
koymuştur. Bu sınırı aştıkları takdirde, kendilerine zulüm
edeceklerdir. Cennet'e bu yasak ağaç, yenilmek için değil, insanın
hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve kulluk için konulmuştur.
Bununla beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır" hadîsinde
bu yasak ağacı tayin eden bir dalâlet buluyoruz. Demek Hz. Âdem o zaman
dünya sınırlarına yaklaşmamak emri almış ve bundan bir müddet
fıtratının gereği olarak yememiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., I,
323-324).
Daha önce İblis* Hz. Âdem'in üstünlüğünü çekemeyerek Allah'ın emrine
karşı gelmiş, Âdem'e secde etmeyip, saygı göstermemiş ve Cennet'ten
kovulmuştu. O zaman şeytan'ın Hz. Âdem ve evlâtlarına musallat olup
azdırma imkânı kaldırılmamıştı. Hatta, İblis'e onları günah işlemeye
teşvik etme gücü verilmişti. (Bk. el-A'râf, 7/12-18; el-Hicr, 15/32-42)
Çünkü Âdem'in şeref ve üstünlüğü, nefsine ve şeytana uymamakla
gerçekleşecekti. Kendilerine verilen akıl ve irade sebebiyle Âdem ve
soyu, imtihandan geçecekler, sınanmaları için de peygamberler
gönderilecekti.
Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine sahip olan şeytan, ne
yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet'e girebildi. "Derken şeytan,
onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini (avret mahallerini)
kendilerine açıklayıp göstermek için ikisine de vesvese* verdi ve
'Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek
olacağınız yahut ölümden kurtulup ebedi olarak kalıcılardan
bulunacağınız için yasak etti' dedi. Bir de onlara, 'Ben sizin
iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye yemin etti. İşte bu şekilde ikisini
de aldatarak o ağaçtan yemeye tevessül ettirdi. Ağacın meyvesini
tattıkları anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve
üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye başladılar.
Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size apaçık bir
düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A'râf 7/20-22) "Bundan
sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve şöyle
diyerek Allah'a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer
bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara
uğrayanlardan olacağız, dediler." (el-A'râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu
seçti (peygamber yaptı) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu
gösterdi. Allah şöyle dedi: 'Dünyada birbirinize düşman olmak üzere her
ikiniz de oradan (Cennet'ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet
(kitap) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa
düşmez ve bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123)
Böylece Hz. Âdem ve Havva ve nesillerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları
ve burada üreyip geçinmeleri, imtihan edilmeleri takdir edildi ve
gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A'raf, 7/24)
Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir
hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa
(a.s.)'ın ruhları Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Âdem (a.s.),
Musa (a.s.)'ı delil getirerek mağlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen
Allah'ın eliyle (kudretiyle) yarattığı ve ruhundan üflediği ve
melekleri senin için secde ettirdiği ve Cennet'ine yerleştirdiği
Âdem'sin. Sonra da sen işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne
indirdin. 'dedi. Bunun üzerine Âdem (a.s.) 'Sen Allah'ın
peygamberliğine ve konuşmasına seçtiği ve içinde her şeyin açıklaması
bulunan (Tevrat) levhalarını verdiği ve münacât edici olarak kendisine
yaklaştırdığı Musa'sın. Benim yaratılmamdan kaç sene önce Tevrat'ı
yazdığını gördün?' dedi Musa (a.s.), 'Kırk sene önce' diye cevap verdi.
Âdem, 'şu halde içinde 've Âdem Rabbi'ne isyan etti de...' meâlindeki
ayeti gördün mü?' dedi. Musa (a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Âdem (a.s.)
'Allah'ın beni yaratmasından kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi
işlemem üzerine beni nasıl azarlarsın' dedi. Resulullah (s.a.s.)
neticede "Âdem hüccet* ile Musa'yı mağlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I,
Hadis no: 40) Bundan sonra gelecek hidayet rehberlerine
(peygamberlere), iman ederek uyup bağlanacaklar için, korkup
üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların Cennet'e girecekleri
bildirildi. İnkâr edip kötülük yapanların Cehennem'e girecekleri
anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)
Âlimler, Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği (yerleştirildiği) Cennet
hakkında görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Cennet, lügat açısından bağ,
bahçe, bahçelik ve bağlık yer manasına gelir. Acaba Hz. Âdem'in iskân
edildiği bu Cennet, yeryüzünün bağlılık, bahçelik ve ağaçlık
köşelerinden bir köşe midir? Yoksa dünyadan ayrı ahirette müminlere
va'd edilen Cennet midir? Kur'an-ı Kerim'de buna dair açık ve kesin bir
bilgi verilmemiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Hz. Âdem'in
eşiyle yerleştirildiği ve içinde yasak ağacın bulunduğu Cennet,
ahirette müminlere ve iyilik yapanlara va'd edilen, darü's-sevab
(mükâfat yurdu) olan Cennet'tir. Çünkü:
a) "Cenâb-ı Allah dedi ki: Kiminiz kiminize (nesilleriniz birbirlerine
yahut müminlerle şeytan birbirlerine) düşman olarak inin. Arz'da sizin
için bir zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek vardır. Orada
(yeryüzünde) yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan diriltilip
çıkarılacaksınız." (el-A'râf, 7/24-25; Ayrıca bk. el-Bakara, 2/36) Bu
ayetlerde Hubût (inmek) tabiri ve inilecek yer de arz (yeryüzü) olarak
zikredilmiştir. İlk yerleşme noktası yeryüzü dışında bir yer olmalıdır
ki, buradan yeryüzüne iniş söz konusu edilebilsin. Eğer Hz. Âdem ve
Havva'nın yerleştikleri yer arzdaki bir bahçe olsaydı "hubût"tan,
inişten söz etmek mümkün olmazdı.
b) Tâhâ suresi 118-119'uncu âyetlerde Hz. Âdem'in yerleştiği Cennet'in
anlatılan vasıfları, yani acıkmamak, susamamak, çıplak kalmamak,
güneşte yanmamak, sevap ve mükâfat yurdu olarak mü'minlere va'd edilen
cennet'e aid niteliklerdir. Bu vasıfta olan bir cennet (bahçe) dünyada
yoktur. Öyle ise Hz. Âdem'in iskân edildiği Cennet, ahirette müminlere
va'dedilen Cennet'tir.
c) Bu "Cennet" lâfzının başındaki elif lâm (lâm-ı ta'rîf) umûm
(istiğrak) için değil, ahid içindir. Bu elif lâm, umûm ifâde ederse
Cennetlerin hepsi manasına gelir. Hâlbuki Hz. Âdem'in bütün Cennetlere
(bahçelere) yerleşmesi imkânsızdır. Öyle ise bu Cennet'in manasını
müslümanlar arasında bilinen ve dârü's-sevâb (mükâfat yurdu) olan
Cennet'e hamletmek gereklidir. (Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, I, 233; Razı,
Mefâtîhu'l-Gayb, I, 455; Talat Koçyiğit, İsmail Cerrahoğlu, Kur'an-ı
Kerim Meâl ve Tefsiri, s. 95 vd.)
d) Yine bazı haberlere göre: Allah meleklerinden birisine dünyanın her
yerinden topraklar getirterek Hz. Âdem'i Cennet'te yaratmıştır. (İbn
Kesîr, Tefsirü'l-Kur'an'i'l-Azîm, I, 132.) Hz. Âdem ile Hz. Musa'nın
ruhlarının çekiştiğini bildiren hadîs (bunun meâlini yukarıda verdik)
de bu Cennet'in sevab yurdu olan Cennet olduğunu açıklar.
Ebu'l-Kasım el-Belhî ve Ebû Müslim el-İsfahânî de "Hz. Âdem'in
yerleştiği Cennet, bahçe manasına olup bu dünyadadır" derler. Bu zatlar
ayette geçen "ihbitû" kelimesine de "giriniz, gidiniz, konunuz" gibi
manalar veriyorlar. " İhbitû mısran = Bir şehre ininiz, yerleşiniz
(el-Bakara, 2/61) gibi. Bu zatlar Hz. Âdem'in yerleştiği Cennet'in bu
dünyada olduğuna dair şu şekilde delil getiriyorlar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 10:59 pm

1) Eğer Hz. Âdem'in yerleştiği bu Cennet, sevap ve mükâfat yurdu olan
Cennet olsaydı, elbette ebedî kalınacak Cennet olurdu. Hz. Âdem de
ebedî kalınacak Cennet'te olduğunu bilir ve şeytan da onu "Rabbiniz
size bu ağacı, melek olmanız için, yahud ölümden kurtularak ebedî
kalıcılardan olacağınız için yasak etti." (el-A'râf, 7/20) diyerek
aldatamazdı.
2) Yüce Allah'ın "Onlar (Cennet'te olanlar) oradan çıkarılacaklar da
değildir." (el-Hicr, 15/4 sözünün dalâletiyle Cennet'e giren bir daha
oradan çıkmaz.
3) İblis, Hz. Âdem için secde etmekten kaçınarak kibirlendiğinden
Allah'ın gazâb ve lânetine uğramış ve kâfir olmuştur. Böyle olan bir
kimse Cennet'e giremez.
4) Ahirette müminlere va'd edilen Cennet teklif ve imtihan yeri olmayıp
müminlerin içinde serbestçe dolaşacakları ve bütün nimetlerinden
diledikleri gibi faydalanacakları bir yerdir. Halbuki burada eşiyle
beraber Hz. Âdem'e bir ağacın meyvesi yasaklanmıştır.
5) Allahü Teâlâ "Yeryüzünde bir halife yaratacağım..." (el-Bakara,
2/30) diye belirttiği için Hz. Âdem'i Arz'da yarattı. Kur'an'da onu
göğe (Cennet'e) naklettiğini zikretmedi. Onu dünyadan semaya
nakletmesi, nimetlerin en büyüğünden olduğu için zikredilmeye daha
layık olurdu. Kur'an-ı Kerim'de böyle önemli bir olayı doğrulayacak
kesin ve açık bir ifade yoktur. Öyle ise Hz. Âdem ve eşinin iskân
edildiği bu Cennet, içinde ebedi kalınacak Cennet'ten başka bir
Cennet'tir. (Râzî, Mefâtîhu'lGayb, I, 454)
Hz. Âdem'in oturduğu Cennet'in mükâfat yurdu olan Cennet olması veya
bundan başkası olması mümkündür. Çünkü bu konudaki nakli deliller zayıf
ve Kur'an'da buna dair kesin bir delil yoktur. Bunu Allah'tan başka
kimse bilemediğine göre, şu Cennet'tir veya bu Cennet'tir diye kestirip
atmamak veya bu konuda tevakkuf etmek lâzımdır. Nitekim selefi salihîn
ve bunlara tâbi olan birçok müfessirler böyle yapmışlardır. (Râzî,
Mefâtîhu'l-Gayb, 1, s. 455)
Fakat biz burada hemen şunu kaydedelim: Hz. Âdem ve eşinin iskân
edildiği Cennet'in mükâfat yurdu olan Cennet olduğuna dair deliller
daha kuvvetlidir. Ayrıca Cennet'e girince çıkılamayacağı meselesi
duruma göre değişir. Misafir olarak girmekle mûkîm olarak girmek aynı
değildir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) mi'rac gecesi Cennet'e girmiş
ve çıkmıştır. Hz. Âdem'in Cennet'ten yeryüzüne inişinin mahiyeti bizce
meçhuldür.
Hz. Âdem'in Peygamberliği
Hz. Âdem ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamber*dir. Hz. Âdem
yeryüzüne indirildikten sonra, Cenâb-ı Allah insan nesillerinin hepsini
onunla eşi Havva'dan türetmiştir. Allahü Teâlâ bu hakikati Nisâ
sûresinin birinci ayetinde şu şekilde dile getiriyor: "Ey insanlar!
Sizi tek bir candan (Adem'den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini
(Havva'yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar türetip
yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının... " (en-Nisâ, 4/2) Bir hadîs-i
şerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Allah'u Teâlâ
Âdem'i (a.s.) yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan
yarattı. Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına
göre, kimi kırmızı, kimi beyaz kimi siyah, kimi bunların arasında bir
renkte; (tabiat bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü,
bazıları da iyi olarak geldiler." (Tirmizî, Tefsir, 3). Bu hadisi
Tirmizî sahih bir senetle rivayet etmiştir.
Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine maruz kalacak
şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl, hayır ve şerri
birbirinden ayırt edecek vicdan (kalb gözü) vermiştir. Cenâb-ı Allah
böylece insanı bu dünyada imtihan alanına koyduğu için, hikmet ve
rahmetinin gereği olmak üzere hayır, fazilet, şer ve rezalet yollarını
gösterecek, hak ile batılı öğretecek, hayır ve kemâl yollarına irşad
edecek peygamberler göndermiştir. Cenâb-ı Hakk peygamberler
göndermekle, insanın tabiatına ve halîfeliğine uygun imtihan şartlarını
tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının hesabını
öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olup iyilik ve sevap
terazileri ağır gelenler Cennet'e girecektir. Bunları kendilerine
öğretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara
peygamber olmaya en lâyık olan zat, Allahü Teâlâ'nın doğrudan doğruya
vasıtasız konuştuğu ataları Hz. Âdem'di.
Hz. Âdem'in peygamberliği kendisine emir ve nehiy olunduğuna dalâlet
eden Kur'an ayetleri ile sabittir. Çünkü onun zamanında başka bir
peygamber yoktu. Bu duruma göre kendisine gelen o emir ve nehiyler,
vahiy vasıtasıyla olup başka bir vasıta ile değildir. Kur'an'da geçen
Hz. Âdem'in iki oğlunun Allah'a kurban takdim etmeleri, ikisinden
birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi (el-Mâide, 5/27) Hz.
Âdem'e vahiy ile bildirilmiştir. Kur'an'da Hz. Âdem'in peygamberliğe
seçildiğinin anlatılması için "Istafâ" (Âli İmrân, 3/33) kelimesi ile
"İctebâ" (Tâhâ, 20/122) kelimeleri kullanılıyor. Kur'an'da diğer
peygamberler için de ıstıfâ' ve ictibâ' kelimelerinden müştak kelimeler
kullanılıyor. (el-A'râf, 7/144; el-Bakara, 2/130; el-Hac, 22/75; Sâd,
38/47; en-Nahl, 16/121; Âli İmrân, 3/79; Yusuf, 12/6; el-En'âm, 6/87;
eş-Şûrâ, 42/13; el-Kalem, 68/50) Öyle ise Hz. Âdem de peygamberdir. Hz.
Âdem'in peygamber olduğunu açıkça bildiren hadisler de vardır. Ebu
Ümame (ö. 81/700) rivayet ediyor "Ebu Zerr (ö. 32/652) Peygamberimize
'Ya Nebiyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?' diye sorduğunda,
Peygamberimiz (s.a.s.): "Âdem'dir." dedi. Ebu Zerr, "Ya Rasûlullah o,
Nebî oldu mu?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.), "Evet o mükellem
bir Nebî(Allah'ın kendisiyle vasıtasız konuştuğu peygamber) idi."
dedi." (Ahmed b. Hanbel, V, 265)
Diğer bir hadîste de Kıyamet gününde, diğer Nebiler gibi Hz. Âdem'in de
bir peygamber olarak, Hz. Resulullah'ın sancağı altında bulunacağı
haber verilmiştir. (Tirmizî, II, 202) Hz. Âdem'in peygamberliği
hususunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir. (Teftâzânî,
Şerhu'l-Akâid, s. 62; Devvânî, Celâl, s. 71; Aliyyü'lKârî,
Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, 101)
Hz. Âdem'in evlâdları onun irşâdı* ile Allah'a iman etmiş,
zamanlarındaki maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin eden ahkâmı ondan
öğrenmişlerdir. Ebû İdris el-Havlânî'nin, Ebû Zerr'den rivayet ettiği
bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Âdem'e on sahifelik bir kitap
indirildiğini söylemiştir. (Abdurrahman Hubneke'l-Meydânî,
el-Akidetü'lİslamiyye ve Usûsuhâ, II, 260)
İnsanların dinden ayrılarak ihtilâf etmeleri, hak dinin izini
kaybederek batıl itikatlara saplanmaları sonradan çeşitli sebeplerle
meydana gelen kötü bir durumdur. Böylece beşeriyetin başlangıcının bir
vahşet devri olmadığı anlaşılır. Hz. Âdem'den sonra yeryüzünün çeşitli
bölgelerine dağılan insanlar doğru yoldan ayrılmışlardır. Allah, onlara
zaman zaman peygamberler göndermiştir. Şu ayet bu hakikati ifade eder:
"İnsanlar (ilk önce) bir ümmetti (onlar ihtilâf ettiler). Allah da
müjde verici ve azabının habercileri olarak peygamberler gönderdi..."
(el-Bakara, 2/213)
Yukarıda gördüğümüz gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Âdem'i bizzat
doğrudan doğruya çeşitli safhalardan geçirerek yaratmıştır. Darwinist
olan tekâmülcülerin iddia ettiği gibi, insan maddenin kendiliğinden
gelişerek tek hücreli canlı olması ve bunun da gelişerek çeşitli
hayvanlar ve maymunlar oluşması ve maymunların da insana dönüşmesi
yoluyla meydana gelmemiştir. Uydurma ve yakıştırmadan ibaret olan bu
nazariyenin doğruluğuna, deney ve gözlemlerde ve delîl olarak kabul
ettikleri materyal fosillerinde, en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun
aksini isbat edecek fosil ve deliller pek çoktur. Mendel ve Pastör
kanunları gibi.
Tekâmül nazariyesi bilim ve akıl nazarında muhaldir. Şöyle ki: Madde ve
enerjide "emtropi" vardır: Gözlenen bütün tabii sistemlerde
düzensizliğe doğru, yani dağılıp saçılmaya doğru bir eğilim vardır. Bu
gerçek, hem mikro ve hem de makro seviyelerde olmak üzere geçerlidir.
Madde parçacıkları dağılıp saçılır gider. Enerji de akıllı birisi
tarafından plânlı ve düzenli olarak kapalı duvarlar arasında ve borular
içerisinde kontrol altına alınmazsa dağılır gider. Dışarıdan gelen
güneş enerjisi de, bunu alıp kullanacak çok muazzam bir makina sistemi
yoksa boşlukta dağılır. Bu bir fizik kanunudur. Aklı başında olan bir
âlim bu kanuna karşı gelecek cesareti gösteremez.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:00 pm

Hz. İDRİS (a.s)
Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen peygamberlerden biri. Peygamberler
silsilesinin ikinci halkasında bulunan İdris (a.s) Kur'an-ı Kerîm'de
adı geçmeyen Şit (a.s)'den sonra peygamber olmuştur.
İdris (a.s) rivayetlere göre, beyaz tenli uzun boylu, geniş göğüslü,
gür sakallı idi. Yürürken adımını kısa atar, önüne bakarak yürürdü. İlk
kez astronomi ve hesap ilmini, geçmiş zamanların ilimlerini öğrenen
İdris (a.s)'dır.
Hz. İdris kavmini putlara tapmaktan şeytana ve Kabiloğullarına tarafgir
olmaktan alıkoymuş, kendisine inanan az bir toplulukla Kabiloğullarıyla
savaşmış ve onların bir çoğunu esir almıştır (bk. İbnu'l-Esir,
el-Kâmil, I, 62, 63). Hz. Peygamber (s.a.s) Mirac gecesinde semada Hz.
İdris ile karşılaşmış, Cebrail (a.s)'a "bu kimdir" diye sormuş. Cebrail
(a.s) "Bu İdris (a.s)'dır. Ona selam ver" deyince, Hz. Peygamber ona
selâm vermiştir. Hz. İdris selama mukabele ederek "hoş geldin safa
geldin salih kardeş salih peygamber" diyerek hayır dua etmiştir
(Buhârı, Enbiyâ, 5).
Kur'an-ı Kerîm'de yer alan İdris (a.s) hakkında dört ayet-i kerime
vardır. Bunlardan ilk ikisi şu şekildedir: "(Ey Muhammed)! Kitapta
İdris'e dair söylediklerimizi de an. Çünkü o, dosdoğru bir peygamberdi.
Onu yüce bir yere yükselttik" (Meryem, 19/56-57). İdris (a.s) hakkında
nâzil olan diğer iki ayet-i kerime şu anlamdadır: "(Ey Muhammed)!
İsmail, İdris, Zü'l-kifl hakkında anlattığımızı da an; onların her biri
sabredenlerdendi. Onları rahmetimize kattık. Doğrusu onlar iyilerdendi"
(el-Enbiyâ, 21 /85-86).
İdris (a.s) hakkında indirilen bu ayetlerden onun; peygamber, dosdoğru,
yüce bir mevkie yükseltilmiş, sabırlı, Allah'ın rahmetine kavuşmuş ve
iyilerden olmak gibi niteliklere sahip olduğu görülmektedir.
İdris (a.s)'e otuz sahife indirilmiştir. Rivayete göre, ilk defa yazı
yazan ve elbise dikip giyen odur. Ondan önce insanlar, hayvan derisi
giyerlerdi. Ayrıca üçyüz altmış sene ömür sürdüğü de söylenmektedir.
İdris (a.s)'e göklerin sırları açılmış olup Allah Teâlâ onu diri olarak
göğe kaldırmıştır (Fif Abdu'l-Fettah Tabbar Me'al-Enbiyâ, I, 842).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:01 pm

Hz. NÛH (a.s)
Allah Teâlâ'ya ibadeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar
edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesada uğrayan bir kavmi tevhid
akidesine döndürmek için gönderilen peygamber. "Ulul-Azm"
peygamberlerin ilki olan Nûh (a.s)'ın, kavmini tevhide döndürmek için
verdiği mücadele, Kur'an-ı Kerim'de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk
üç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s)'ın kıssası, şu surelerde mufassal
olarak ele alınmıştır: el-A'raf, Hûd, el-Müminûn, eş-Şuârâ, el-Kamer ve
kendi adıyla adlandırılmış olan, Nûh suresi.
Nûh (a.s), Adem (a.s)'dan yaklaşık olarak bin sene sonra
gönderilmiştir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, Allah
Teâlâ'ya şirk koşmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (r.a)'dan şöyle rivayet
edilmektedir:
"Adem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların
hepsi İslam üzere idiler" (İbn Sa'd et-Tabakâtû'l-Kübrâ, Beyrut t.y.,
I, 42).
İbn Abbas (r.a)'ın hadisinde, İslâm üzere on asırdan bahsedilmektedir.
Bu on asırdan sonra, Nûh (a.s) gönderilinceye kadar, insanların
sapıklık üzere bulundukları daha başka asırların da olması muhtemeldir.
Ayrıca, İbn Abbas (r.a)'ın bu hadisi, tarihçilerin ve Ehl-i kitab'ın
zannettikleri gibi, Kabil ve oğullarının ateşe tapan bir topluluk
olarak varlığının sözkonusu olmadığını da ortaya koymaktadır. Yani,
tevhidden ilk sapma, Adem (a.s)'den en az bin sene sonra olmuştur.
Allah Teâlâ'ya şirk koşan bu putperest topluluk, aniden ortaya çıkmadı.
İdris (a.s)'dan sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve
salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman
sonra insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde,
kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan,
onların bu hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih
kişileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlarını zihinlerinde canlı
tutmak için onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere,
onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put
diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara
ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden
gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna inanmaya,
hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece
yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah'tan
başka ilâhlar edinerek, O'na şirk koşmaya başlamışlardı. Putları diken
bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle
bir sonraki neslin putperest olmasına sebep olan ve Allah'a şirk
koşmayı ilk icad edenlerdir. Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da
Allah Teâlâ'nın azabına müstahak olmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a.s)
canlı bir şeye benzer bir sûret yapan kimse için şöyle buyurmaktadır:
"Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet günü, yaptığı
sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu
başaramayacaktır", Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara
olacaktır. Onlara; "yarattıklarınızı diriltin bakalım" denilecektir"
(Buhârî, Libâs, 89, 97).
Nûh kavminin tapındığı putların her birinin, Kur'an-ı Kerim'de
zikredildiğine göre bir adı vardı: "..."Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr
putlarından asla vazgeçmeyin" dediler" (Nûh, 71/23).
Allah Teâlâ, ilâhi rahmeti gereği, doğru yolu bulup hidayete
erebilmeleri için sapıtan bütün topluluklara peygamberlerini göndermiş,
böylece onlara, şirk ve isyan bataklığından kurtulmanın yollarını
göstermiştir.
Peygamber, Allah Teâlâ'nın kullarına rahmetinin en açık bir delilidir.
Allah Teâlâ, elîm Cehennem azabından sakındırmaları için
peygamberlerini göndermiş; bunlardan, inkârcıların isyan ve
işkencelerine karşı sabrederek, tebliğlerine devam etmelerini
istemiştir. Nuh (a.s) da, kavmine gönderildiği zaman, büyüklenmelerine,
vurdumduymazlıklarına ve bütün aşırılıklarına rağmen onlara şefkatle
yaklaşarak, kendilerini gelecek can yakıcı azaba karşı korumak
istemiştir. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'ın, kavmine gönderilişi hakkında
şöyle buyurmaktadır: "Milletine can yakıcı bir azap gelmeden önce
onları uyar" diye Nuh'u milletine gönderdik" (Nûh, 71/1).
İyice azıtmış ve korkunç bir helâkle cezalandırılmayı haketmiş bir
topluluk olan Nûh kavmine, bu helâkten kurtulmak için rahmanî bir el
uzatılmıştı. Allah'ın elçisi Nûh (a.s), şirki bırakıp, tevhid akidesine
dönüşü tebliğle görevlendirildiğinde, onlara yaptığı ilk tebliğ,
Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikredilmektedir: "...Ey kavmim! Allah'a kulluk
edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün
azabından korkuyorum" dedi. (el-A'raf, 7/59); "Ben sizin için apaçık
bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben,
hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum" dedi. (Hûd,
11/25, 26); "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka
ilâh yoktur. Sakınmaz mısınız"dedi. (el-Mü'minûn, 23/23); "Ey Milletim!
Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk
edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı
bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Doğrusu Allah'ın
belirttiği süre gelince geri bırakılmaz. Keşke bilseniz!" (Nûh, 71/2-4).
Nûh (a.s)'ın bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Nûh
(a.s)'a türlü şekillerde saldırılarda bulunmuşlar ve çeşitli
kötülüklerle itham etmişlerdir. Her zaman hakkın karşısında durup,
toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele' * (ileri gelenler)
Nûh (a.s)'ın da karşısına çıkmış, Kureyşin ileri gelenlerinin Hz.
Muhammed (s.a.s)'e yaptıklarını andıran bir tarzda, onu, sapıklıkla ve
sefihlikle itham etmişlerdi. Nûh (a.s) onları, Allah'tan başkasına
kulluk etmemeye çağırdığında; "Kavminin ileri gelenleri: "Biz senin
apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler".
Nûh (a.s) merhametle onlara; "Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur;
ancak ben âlemlerin Rabbinin peyşgamberiyim, Rabbimin sözlerini size
bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben
biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak için
aranızdan bir vasıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi
şaşıyorsunuz?" dedi" (el-A'raf, 7/61-63).
Şirkin ve küfrün pisliğiyle bulanmış akıllar, tarihin her döneminde
Allah Teâlâ'nın, bir elçi gönderdiği zaman, onu hangi topluma
gönderiliyorsa o toplum içerisinden çıkarmasına şaşmışlar, bundaki açık
gerçekleri görmemişlerdir. Nûh kavmi de ona itiraz ederken, Allah
Teâlâ'nın elçisinin bir insan değil ancak bir melek olabileceğini ileri
sürmüştü: Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz" (Hûd,
11/27); "Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden
üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk
atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik" (el-Mü'minûn, 23/24).
Mustaz'af insanlardan bir topluluğun etrafında toplanıp onu tasdik
etmeye başlaması sebebiyle, tebliğini tesirsiz bırakmak için çareler
arayan Mele', bu gelişme üzerine daha da sertleşerek, onu yalancılık ve
delilikle itham etmeye başlamışlardı. Onun için şöyle deniliyordu: Daha
başlangıçta, sana bizim ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu
görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizin bir
yalancı olduğunuz kanaatindeyiz" (Hûd, 11/27); Bu adamda nedense biraz
delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin" (el-Müminûn, 23/25); "Bu
putperestlerden önce Nûh milleti de yalanlayarak; delidir" demişlerdi,
yolu kesilmişti" (el-Kamer, 54/9).
Zenginlik ve riyaset sahibi bu insanlar üstünlüğün malda ve topluma
hâkim bir konumda olmakta olduğunu zannettikleri için, gerçekte,
kendileriyle kıyas kabul etmez derecede bir üstünlüğe sahip olan Nûh
(a.s)'a inanan mustaz'afları küçümsüyor ve onlarla bir arada, aynı
seviyede bulunmayı nefislerine bir türlü kabul ettiremiyorlardı. Bunun
için Nûh (a.s)'a müracaat etmişler ve bu insanları yanından
uzaklaştırırsa, o zaman belki kendisini dinleyebileceklerini
bildirmişlerdi. Ancak Nûh (a.s) onlara kesin bir uslûpla cevap vererek,
gerçek anlamda üstünlüğün, inananlarda olduğunu şu ifade ile ortaya
koymuştur: "Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça bir
uyarıcıyım " (eş-Şuara, 26/ 14-15).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:01 pm

Nûh (a.s), bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde
İslâm'a çağırıyor, Cehennem azabından kurtulmalarının yollarını
belletmeye çalışıyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor.
Söylediklerini aralarında eğlence konusu yapıyorlardı: "Kavminin ileri
gelenleri (Mele) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı.
Nuh ise onlara şöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de,
bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz" (Hûd, 11 /3.
Nûh (a.s), kavmini şirkten dönmeye davet ederken, onlara tesir
edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah'a ibadet etmeyi ve bir
peygamber olarak kendisine tabi olmayı telkin ederken, buna karşılık
kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediğini ve beklemediğini;
amacının yalnızca onları, Allah Teâlâ tarafından gelecek olan büyük
cezalardan korumak olduğunu bildiriyordu: Kardeşleri Nûh, onlara
Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş
güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı
sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine
aittir". Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum"
(eş-Şuara, 26/106-110, 135).
Kavmi, inadında direnmiş ve kesin kararını vermişti. Ona; "İster öğüt
ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir" dediler" (eş-Şuara,
26/136). Buna rağmen O, çağrısında ısrar edince, müşrikler tamamen
sertleşmiş ve onu tehdit ederek artık bu söylediklerini tekrarlamayı
terketmezse kendisini taşlayacaklarını bildirmişlerdi: "Ey Nûh! Eğer bu
işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın" dediler"
(eş-Şuara, 26/116).
Nûh (a.s), davetini tekrarladıkça onların inadı artıyor, ona ve
inananlara eziyetlerini daha da şiddetlendiriyorlardı. Nûh (a.s)
onların bütün bu tahammül edilmez eziyet ve işkencelerine katlanıyor ve
onları kurtarmak için bir an olsun boş durmuyordu. Asırlar süren bu
yorucu tebliğ faaliyeti, kavminden çok az bir topluluk dışında,
kimsenin iman etmesini sağlayamamıştı: "Pek az kimse onunla beraber
inanmıştı" (Hud, 11/40).
Azgınlaşan kavmi, Allah Teâlâ'ya meydan okurcasına Nûh (a.s)'a şöyle
çıkışıyordu: Ey Nûh! "Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın.
Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler"
(Hûd 11 /32).
Onlar, Nûh (a.s)'ın tebliğine kulaklarını tıkadıkları için, onun ne
söylediğini bir türlü idrak edemiyorlardı. Nûh (a.s), belki düşünürler
diye, azabın sahibinin kim olduğunu ve onun kudretinin sınırsızlığını
bir kez daha onlara tebliğ ediyordu: Ancak Allah dilerse onu başınıza
getirir, siz O'nu aciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben
size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir. O'na
döndürüleceksiniz" (Hud, 11/33-34).
Nûh (a.s), bu zalim topluluğun iman etmeyeceğini anlamıştı. Kavmi için
hiç bir kurtuluş yolu kalmamıştı. Onlar zulümlerini artırdıkça
artırdılar. Bunun üzerine Nûh (a.s), dokuz asırdan fazla bir müddet
tahammül ettiği zorluklar karşısında hiç kimseye tesir edemediğini ve
edemeyeceğini anlayınca, kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya havale
etmekten başka çare bulamadı.
Allah Teâlâ, onun bu durumunu Kur'an-ı Kerim'de şöyle dile
getirmektedir: Nûh; Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların
arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar" dedi"
(eş-Şuara, 26/117-118); Nûh; "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık
bana yardım et" dedi" (el-Mü'minûn, 23/26); "Oda; "Ben yenildim, bana
yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı" (el-Kamer, 54/10).
Allah Teâlâ da ona, kavmini sularla helâk edeceğini, bunun için bir
gemi yapmasını bildirdi. Ayrıca bundan dolayı kavmine acıyıp da, onlar
için bağışlama dilememesi gerektiğini de bildirdi: Nûh'a; "Senin
milletinden inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların
yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi
gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma. Çünkü onlar suda
boğulacaklardır" diye Allah tarafından vahyolundu" (Hûd, 11 /36-37).
Nûh (a.s), Cebrail (a.s)'ın gözetimi altında gemiyi yapmaya başladı.
Müşrikler yanına geldikleri her defasında onunla alay ediyorlardı:
"Gemiyi yaparken kavminin inkârcı ileri gelenleri yanına uğradıkça
onunla alay ederlerdi. O da; Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay
ettiğiniz gibi bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın
kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz" dedi"
(Hûd, 11/36-39).
Taberî, Nûh (a.s)'ın, kavmini İslâm'a davet edişi, gemiyi yapmaya
başlaması ve kavminin onunla alay edişi hakkında, Âişe (r.anh)'dan
rivayetle, Resulullah (s.a.s)'ın şöyle söylediğini nakletmektedir: "Nûh
kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmıştı. Bu zaman zarfında
onları hakka davet etti. Son zamanlarına doğru bir ağaç dikti. Ağaç her
taraftan çok büyüdü. Sonra onu kesip gemi yapmaya başladı. Onun
yanından geçerlerken, ona ne yaptığını soruyorlar ve onunla dalga
geçerek Şöyle diyorlardı: "Onu yap; karada gemi yapıyorsun; bakalım
nasıl yüzdüreceksin?" Nûh (a.s) da onlara; "yakında
bileceksiniz"diyordu” (Taberî, Tarihul-Rasul vel-Mulûk, Beyrut 1967, I,
180). Ve yine ona; "Nebiliği bırakıp, Marangozluğa mı başladın" diyerek
eğleniyorlardı (a.g.e., I, 183).
Nûh (a.s)'ın yaptığı geminin şekli ve büyüklüğü hakkında İbn Abbas
(r.a)'dan şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: "Geminin uzunluğu, Nûh'un
babasının dedesinin (yani İdris (a.s)) zıra'ıyla üç yüz zıra'; eni elli
zıra'; yüksekliği otuz zıra'; su seviyesinden yukarısı ise altı zıra'
idi. Katlara ayrılmış olan geminin üç kapısı bulunmaktaydı. Bu kapılar
üst üste açılmıştı (Taberî, a.g.e., I, 182).
Nûh (a.s), gemiyi inşa ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak
çakmıştı: "Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik"
(el-Kamer, 54/13).
Nûh (a.s) bu esnada, artık tamamen yüz çevirdiği kavminin durumunu
Allah Teâlâ'ya arzediyor ve onları bütün imkânlarını kullanarak şirkten
nasıl vaz geçirmeye çalıştığını anlatarak, buna karşı kavminin
takındığı tutumu O'na şikayet edip, yeryüzünde onlardan kimseyi
bırakmamasını istiyordu.
Nûh (a.s)'ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu
durum şöyle anlatılır: "Nûh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece
gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını
artırdı. Doğrusu hen senin onları bağışlaman için kendilerini her
çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine
büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben
onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de
söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok
bağışlayandır. "Nûh, "Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve
malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular.
Birbirinden büyük hilelere başvurdular" dedi. İnsanlara; "sakın
tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından
asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen
bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; "Rabbim!
Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan
kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını
doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/5-11, 21-24, 26-27).
Allah Teâlâ, bu kavme helâkı umumi kıldığı gibi, Nûh (a.s) da bunun
umumî olmasını istemişti. Çünkü, asırlar süren daveti neticesinde
anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkarcılar
olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: "Bir sonraki asır geldiğinde o
nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller; "Bu
adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç bir
sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir" diyorlardı"
(Taberî, a.g.e., I, 182).
Yeryüzünde ilk defa fesad çıkararak, zâlimlerden olan bir toplumu
cezalandırmak için Allah Teâlâ'nın takdir etmiş olduğu vakit
yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'a Tufanın gelişini haber veren
alâmet olarak, tandır (tennûr)'dan suların kaynamasını göstermişti.
Tandırdan su kaynamaya başlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan
birer çifti ve kendisine inananları gemiye bindirmesini vahyetti:
Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamağa başlayınca; her cinsten birer
çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu
ve inananları gemiye bindir" dedik. Pek az kimse onunla beraber
inanmıştı" (Hûd, 11 /40).
Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kişi ile seksen kişi
arasında değişen rivayetler vardır (Taberî, a.g.e., I, 187-189).
Nûh (a.s) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye
binmişti. Ancak dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için
gemiye binmemişti. Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca
Nûh (a.s) oğluna; "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik
olma" diye seslendi. Oğlu; "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır"
deyince, Nûh; "Bugün Allah'ın buyruğundan, O'nun acıdıkları dışında
kurtularak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara
karıştı" (Hûd, 11/42-43).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:02 pm

Nûh (a.s), muhtemelen, oğlunun küfredenlerden olduğunu bilmediği için,
Allah Teâlâ'ya; "Rabbim! oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin va'din
haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" diye seslenerek, oğlunun
başına gelenlerin hikmetini öğrenmek istemişti. Allah Teâlâ, bir
peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade etmediğini,
insanların birbirinden olmalarının yegane ölçüsünün akide olduğunu; "Ey
Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir.
Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme" ayetiyle Nûh (a.s)'a bildirerek,
ortaya koymuştur. .
Tufan, yeryüzünde, gemidekilerin dışında hiç kimsenin sağ kalmasının
mümkün olmadığı bir şekilde bütün dünyayı sular altında bırakmıştı.
Gök, kapılarını açarak sularını boşaltmış; Yer, her tarafından sular
fışkırtmaya başlamıştı: "Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan
sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir
edilen bir ölçüye göre birleşti" (el-Kamer, 54/11-12).
Allah'a isyanda direten ve O'nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören
ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zâlim bir
topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduğunu
anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.
Allah Teâlâ, inkârcı zalimler helâk olduktan sonra, Tufanı sona
erdirmiş ve inananların bulunduğu gemiyi selametle Cûdi dağı üzerine
durdurtmuştu; "Yere; "Suyunu çek!"göğe; "Ey gök sen de tut!" denildi.
Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdiye oturdu. "Haksızlık yapan millet
Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi" (Hûd, 11 /44).
Taberî'nin Resulullah (s.a.s)'e dayandırılan bir rivayetine göre Tufan,
altı ay sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tufan, Muharremin
onuncu gününde son bulmuş ve gemi Cûdi dağının üzerine oturmuştu. Nûh
(a.s), şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti (Taberî, a.g.e.,
I,190). Bu gün, Aşûre günü olarak o zamandan günümüze dek hatırasını
sürdürmüştür (bk. Âşûre mad.).
Gemi, su üzerinde kaldığı altı ay boyunca dünyanın her tarafını
dolaşmıştı. Allah Teâlâ, Tufan esnasında Âdem (a.s) tarafından inşa
edilen Mekke'deki Beytullah'ı yeryüzünden kaldırmıştı (Taberî, a.g.e.,
I, 185).
İnkar edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular
çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde
gemiden inebileceğini bildirmişti: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber
olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in" (Hûd,
11/48).
Nûh (a.s), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir
yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer
(Cizre)'in yakınında bulunmaktadır (a.g.e., 189).
Diğer bir rivayete göre de Nûh (a.s) gemide yüz elli gün kalmış, Allah
Teâlâ, gemiyi Mekkeye yöneltmiş; gemi kırk gün Beytullah etrafında
dönmüş ve sonra da Cûdi'ye yönelterek orada durdurmuştu (M.Ali Sabûni,
en-Nübüvve vel-Enbiya, Dımaşk 1985, 154). Geminin kalıntıları
muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ
Kur'an-ı Kerîm'de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde
bıraktığını zikretmektedir: "And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret
olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur" (el-Kamer, 54/ 15).
Nûh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (a.s) ve oğulları
dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve
Yafes'ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ancak onun
soyunu sürekli kıldık” (es-Saffât, 37/77). Resulullah (s.a.s) bu ayeti
okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu
söylemiştir (Taberî, a.g.e., I, 192).
Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve
Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doğu milletleri,
Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul
etmektedirler (İbnul-Esîr, el-Kâmü fi't-Tarih, Beyrut 1979, I, 78).
Nûh (a.s)'ın tufana kadar dokuz yüz elli beş yıl yaşadığı kesindir:
"Şüphesiz ki biz Nuhu kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında
elli yıl hariç bin yıl kaldı" (el-Ankebut, 29/14). Ancak, Tufandan
sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (r.a)'ın
görüşüne göre, Nûh (a.s) bin yedi yüz seksen sene yaşamıştır ve
öldüğünde de Mescid-i Haram'a yakın bir yere defnedilmiştir (Sabûnî,
a.g.e., 154).
Nûh (a.s), Ulûl-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teâlâ onu, "çok
şükreden kul (abden şekûra)" olarak isimlendirmiş ve kıyamete kadar
gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe
bilinir kılmıştır: "Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nûh'a selam olsun
diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı"
(es-Sâffât, 37/81-82).
Ve o, sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder
kılınmıştır: "İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı"
(es-Sâffât, 37/83).
Allah Teâlâ, Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere
karşı, Nûh (a.s) ve onun yolunda olan diğer ulul-azm peygamberler gibi
sabretmesini emretmektedir. Yani o, Resulullah (s.a.s)'e bir örnek
olarak gösterilmektedir: "Resullerden azim ve sebat sahibi (ulul-emr)
olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkaf, 46/35).
Nûh (a.s), Peygamber (s.a.s)'e ve inanan tebliğcilere bir numune olarak
gösterildiği gibi; onun inkârcı kavminin helakı da, müslümanlara
zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak
sunulmuştadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:03 pm

Hz. HÛD (a.s)
Kur'ân-ı kerim'de kıssası geçen peygamberlerden biri. Âd kavmine gelen
Allah'ın rasûlü A'raf, Hûd, Şuarâ ve Ahkâf sûrelerinde kendisinden
bahsedilmektedir.
Ad kavmine gönderilmiştir ki, Kur'ân dışında diğer mukaddes kitaplarda
bu kavimden sözedilmemektedir (Abdulvahhab en-Neccâr, Kasasu'l-Enbiyâ,
Beyrut, ty., s. 49). Âd kavmi Hz. Nûh tûfanından sonra putperestliğe
dönen ilk kavimdir (İbn Kesîr, Kasasu'l-Enbiyâ, Beyrut 1982, I, 149)
Hud (a.s), Âd kavmi içinde soyu sopu şerefli bir kişiydi.
Peygamberlikten önce ticaretle uğraşırdı. Hûd (a.s) orta boylu, esmer
tenli, gür saçlı, güzel yüzlü idi. Ãdem (a.s)'a benzerdi. Zâhid,
muttakî ve ibâdete düşkün idi. Cömert ve şefkatli idi; yoksullara bol
bol sadaka verirdi (Hâkim, el-Müstedrek, I, 563).
Ad kavmi Arabu'l-âribe denilen Arabistan yarımadasına ilk yerleşen
kavimlerdendir. Hadramevt'e ve Yemen'e kadar uzanan yurtlarda oturan bu
kavmin yurtları otu, suyu, ve çeşitli nimetleri bol olan bir yerdi.
Yerin üzerinden akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları
(eş-Şuara, 26/133, 134) yer altında da, su depoları ve köşkleri vardı
(eş-Şuarâ, 26/129). Başkalarına nazaran onlara boy pos, güç ve kuvvet
verilmişti.
Allahu Teâla, Ãd kavmine, Peygamber olarak Hûd (a.s)'ı gönderdi. O da
kavmini bir ve tek olan Allah'a iman ve ibâdete, insanlara zulmetmekten
vazgeçmeğe dâvet etti ise de, red ve tekzib ile karşılandı. Bunun
üzerine, Allahu Teâla onlardan üç yıl yağmuru kesti. Onlar yağmur için
Mekke'ye bir heyet gönderdiler. Allah, yağmur bekledikleri halde bir
kasırga ile onları helâk etti.
Hz. Peygamberimiz (s.a.s) vedâ haccında, Usfan vadisine vardığı zaman,
Hz. Ebû Bekr'e: "Ey Eba Bekr! Bu hangi vâdidir" diye sormuş. Hz. Ebû
Bekir "Usfan vâdisidir" diye cevaplayınca: Hz. Peygamber (s.a.s) Hûd
(a.s)'un, beline aba tutunmuş, belinden yukarısını alacalı bir kumaş
ile bürümüş, genç ve kızıl, yuları hurma liflerinden örülmüş dişi bir
deve üzerinde, hac için buradan telbiye ederek geçmiş olduğunu haber
vermiştir (Ahmed b. Hanbel, I, 232).
Ad kavmi helâk olunca Hz. Hûd kendisine inananlar ile beraber Mekke'ye gelmiş ve vefat edinceye kadar orada kalmıştır.
Âd kavminin, Hz. Hûd'a karşı çıkarken ileri sürdükleri itirazlar, diğer
Peygamberlere karşı muarızlarının ileri sürdükleri itirazların aynıdır.
Hatta günümüz münkirlerinin de itirazları aynı türdendir. Ona itirazda
baş çekenler de, diğer peygamberlere itiraz gibi kavmin ileri
gelenleridir. İtirazın temelinde ise, dönmekte olan çıkar çarklarının
devam etmesi vardır. Hz. Hûd'a yaptıkları itirazlarını şu maddelerde
özetlemek mümkündür:
a- Hz. Hûd'u beyinsizlik ve sapıklıkla itham etmek:
"Kavminden ileri gelenler dediler ki: Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz" (el-A'raf, 7/60).
"Kavminden ileri gelen inkârcılar dediler ki; biz seni bir beyinsizlik
içinde görüyoruz ve biz seni yalancılardan sanıyoruz'' (el-A'râf, 7/66).
b- Atalar dinine bağlılık:
"Dediler ki: demek sen, tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın
taptıklarını bırakalım diye mi bize geldin" (el-A'râf, 7/70). "Dediler:
sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin?" (el-Ahkâf, 46/22).
c- Kendilerinin güçlü kuvvetli olduklarını söyleyip Hz. Hûd tarafından gelebilecek bir zararın olamıyacağını ileri sürmeleri:
"Ad kavmi, yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar ve; bizden daha kuvvetli kim var? dediler" (el-Fussilet, 41/15).
d- Âhireti inkâr etmeleri ve hayatın sadece dünya hayatından ibaret olduğunu ileri sürmeleri:
"Ne ise hep bu dünya hayatımızdır; ölürüz ve yaşarız (bir kısmımız
ölürken bir kısmımız doğar). Biz öldükten sonra diriltecek değiliz"
(el-Mü'minûn, 23/37).
e- Hz. Hûd'u küçümsemeleri:
''Kavminden, kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz o inkâr
eden ve âhiret hayatına kavuşmayı yalanlayan eşraf takımı dedi ki; bu
da sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizin yediğinizden
yiyor, sizin içtiğinizden içiyor. Eğer sizin gibi bir insana itaat
ederseniz o takdîrde siz, mutlaka ziyana uğrayanlardan olursunuz"
(el-Mü'minûn, 23/33-34).
Onların bu itiraz ve tavırlarına karşı Hz. Hûd'un takındığı tavır şöyle idi:
''Ey kavmim. Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur.
(O'na karşı gelmekten) sakınmaz mısın?" ''Ey kavmim, bende bir sapıklık
yok; ben âlemlerin Rabbı tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size
Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve
Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum" (el-A'râf,
7/65, 67, 71, 72). "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka
ilahınız yoktur. Siz (putları Allah'a ortak koşmakla sadece iftira
ediyorsunuz. Ey kavmim, ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum.
Benim ücretim beni yaratana aittir. Aklınızı kullanmıyor musunuz? Ey
kavmim Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin (O'na
yönelin)ki gökten üzerinize bol bol rahmet göndersin, kuvvetinize
kuvvet katsın, Suç işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin"(Hûd,
ll/50-52). Geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin kıssalarını Kur'ân'da
zikredilmesi inananların ibret almaları içindir. Geçmiş peygamberlerin
her tavrı müslümanlar için de takip edilecek bir yoldur. Meseleye bu
yönden baktığımızda Hz. Hûd kıssasından alınacak İbretleri de şu
şekilde özetlememiz mümkündür:
Hz. Hûd, Allah yoluna samimiyetle sarılmış vakûr bir kişidir.
Söyleyeceğini, ölçüp tarttıktan sonra söylemektedir. Kötülüğe,
kötülükle karşı koymadığı gibi yumuşak davranmaktadır. Kavmi kendisini
beyinsizlikle itham ederken, kendisinin beyinsiz olmadığını, onları
uyarmak üzere Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu söylemekle
yetinmektedir. Allah'ın üzerlerindeki nimetlerini kendilerine
hatırlatmakta ve bu nimetlere şükretmiş olmaları için Allah'ın
emirlerine riayet etmeleri gerektiğini anlatmaktadır, bundan dolayı
onlardan bir ücret istemediğini özellikle belirtmektedir .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:04 pm

Hz. SALİH (a.s)
Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen peygamberlerden
biri. Semud kavmine gönderilmiştir. Allah Teâlâ onu, önceki
peygamberlerin getirmiş olduğu tevhid dininden sapıp kendilerine
ilâhlar edinen Semud kavmini uyarmak için bu kavme peygamber olarak
göndermiştir. Ancak Semud kavmi, öteki azgın kavimlerde olduğu gibi onu
dinlememişler ve eziyet ederek, yanlarından kovmuşlardır. Semud
kavminin ileri gelenleri onunla alay ederek küçümsemeye çalışmış ve
kendilerini tehdit ettiği azabın gelmesini istemişlerdir. Bunun üzerine
Allah Teâlâ, onları şiddetli bir şekilde cezalandırarak yok etmiştir.
Salih (a.s)'ın ve Semud kavminin kıssası sonraki nesillere ibret olsun
diye Kur'an-ı Kerim'de yer almıştır.

Hz. Hud'un vefatından sonra, Semud'un
torunları Kuzey Arabistan bölgesine yerleştiler. Kendilerine köşkler,
saraylar inşa ettiler. Taşları oydular, onlara yeni şekiller verdiler.
Köşklerini ve saraylarını bu şekillerle süslediler.

Semud kavmi, tevhit inancını unutup Allah'a ortak koştular ve yapmış oldukları putlardan kendilerine tanrılar edindiler.
Bu kâvmin ahlak ve fazilet bakımından en üstünü olan Salih'e kırk yaşına geldiği zaman peygamberlik görevi verildi.
Hz. Salih, kavmine gerçeği bildirdi. Onları doğru olan yola çağırdı. Tebliğde bulundu;
"Şüphesiz ben, size gönderilmiş emin bir
peygamberim. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden tebliğim
için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbına aittir"
dedi.

Salih aleyhisselam gerçekten saygı duyulacak
bir insandı. Semud Kavmi de Hz. Salih'i sever, sayardı. Salih, davetini
açıkladıktan sonra durum değişti. Kavmi, Salih'e karşı cephe almaya
başladı. Babalarının yanlış inançlarını sürdürmeyi tercih ettiler.
"Babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi yasaklıyor musun?" dediler.

Semud kavmi, kendi aralarından birisinin gerçeği haber vermesini kabullenemediler, "İçimizden bir insana mı uyalım?" dediler.
Kavmi, Hz. Salih'i suçlamaya başladı. Terbiyesizlik ettiler. Hz. Salih için "o, şımarık bir yalancıdır" dediler.
"Onlar yarın kıyamette şımarık ve yalancının
kim olduğunu bilecekler. Ama iş isten geçmiş olacak. Onların yalvarıp
yakarmaları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. "

Semud kavmi, Hz. Salih'e engel
olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Salih
peygambere inanan mü'minleri yollarından döndürmeye çalıştılar.
Allah'ın elçisini yapayalnız bırakmak istediler. Mü'minlere; "Salih'in,
Rabbı tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekten biliyor
musunuz?" dediler.

O, gerçek iman mutluluğuna eren insanlar da "Biz, onunla gönderilen her şeye iman ederiz" dediler.
Hiç bir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız
şartsız iman karşısında Semud kavmi'nin inkarcıları şaşkınlığa
düştüler; "Sizin inandığınızı bir inkar ederiz" diyerek vicdanlarını
bir kez daha sattılar.

Bu inkarcılar, Hz. Salih'i bozgunculukla
suçlarken halkı da inkara zorladılar; "Yeryüzünü islah etmeyip
bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin" dediler.

Hz. Salih sabretti. Ümitsizliğe kapılmadı.
Gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara
öğütlerde bulundu.

Semud kavmi'nin sapıkları Hz. Salih'e; "Eğer
doğru söyleyenlerden isen bir mucize getir" dediler. Bu istekleri
inanmaya yönelmelerinden değildi. Sapkınlıklarına yeni malzeme
aramalarındandı.

İstedikleri mucize, dişi ve hamile bir deve
idi. Allah, mucize olarak Semud kavmi'ne bu dişi deveyi verdi. Bu
mucize karşısında bazıları iman ettiler, bazıları da inkarlarında
direttiler. Allah elçisi hakkında "amma da sihirbazmış" demek
alçaklığında bulundular.

Semud kavmi, bu kez de deveden rahatsız
olmaya başladılar. Devenin fazla su içmesinden yakındılar. Yüce Allah
suyu, deve ile Semud kavmi arasında paylaştırdı; "Suyu içme hakkı bir
gün onun, bir gün de sizindir" buyurdu.

Deveyi her gördüklerinde mü'minlerin inancı
yenileniyordu. Azgınların da kini artıyordu. Hz. Salih bu durumu
biliyordu. Kavmini uyarıyordu;

"Sakın ona fenalık ile dokunmayın. Eğer dokunursanız sizi büyük bir günün azabı yakalar" diyordu.
Bu kavmin inkarcıları Salih'in sözlerini
dinlemediler. Kendi aralarında Salih'i, mü'minleri ve dişi deveyi
öldürmeyi kararlaştırdılar. Önce, mucize olarak gönderilen deveyi
öldürdüler. Bu hareketleriyle Salih peygamberi ve müminleri yıldırmak,
korkutmak istediler. isyanlarını ve kinlerini kustular. "Ey Salih!"
dediler. "Eğer sen gönderilmiş peygamber isen va'dettiğin azabı getir!"

Allah Elçisi yılmadı. Bu azgınlar
topluluğuna; Ey milletim! Ben size Rabbımın risaletini tebliğ ettim.
İşe nasihat eyledim. Fakat siz, nasihat edenleri sevmezsiniz" dedi.

Hz. Salih, kavmine iyi muamelede bulundu.
Yine kurtuluş yollarını gösterdi. Tevbe etmelerini öğütledi. "Ey
kavmim" dedi. Niçin tevbeden evvel çabucak kötülüğü istiyorsunuz?
Allah'tan mağfiretinizi istemeli değil miydiniz? Belki merhamet
olunurdunuz. "

Semud Kavmi bu sözlere kulaklarını tıkadılar.
Biz, seninle ve seninle bulunanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık"
dediler. Bela ve musibetlere sebep olarak Salih'le mü'minleri
gösterdiler.

"O şehirde dokuz kişi vardı ki bunlar yeryüzünde fesat çıkarıyor iyilikte bulunmuyorlardı".
Deveyi öldürten bu adamlar, kötü arzularım devam ettirmek niyetindeydiler.
Bunların hepsi bir araya geldiler. "Gece
baskını yapıp Salih'i ve ailesini öldürelim. Sonra velisine; biz o
ailenin helakinde hazır değildik, gerçekten biz doğru söyleyenlerdeniz
diyelim" dediler. Kendi aralarında bu karara vardılar.

anı Yüce Allah, bu olayı şöylece belirtiyor:
"Onlar, bir hile düşündüler. Biz de onların haberleri olmadan
hilelerini alt-üst ettik ".

Salih peygambere münkirlerin bu hilesi haber
verildi. O da ailesini ve mü'minleri yanına alarak bu şehri terketti.
Böylece hicret olayı da gerçekleşti.

Azgınlar, planlarını uygulamak için geceleyin
Salih peygamberin evini kuşattılar. Evin içinde kimseyi bulamayınca
şaşırıp kaldılar.

"Allah'ın azabı onları yakalayıverdi. Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı tuttu. Yurtlarında yüz üstü düşüp öyle kaldılar. "
Ne kadar inkarcı ve sapkın varsa hepsi de helak oldu. Şehir bir harabe haline dönüştü.
Müminler bir müddet sonra bu harabe haline
dönüşen şehre geldiler. Azgınlığın ve inkarcılığın kötü sonucunu
seyrettiler. Mü'min olduklarından dolayı Allah'a şükrettiler.

Salih peygamber mü'minlerle birlikte tekrar
hicret ettikleri şehre döndüler. Allah Elçisi Salih (a.s), müminlere
öğütlerde bulundu; onlara, Allah'a kul olmanın sevincini tattırdı.

Her peygamber gibi o da Rabbının rahmetine kavuştu. Ölümsüzlük diyarına ulaştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:04 pm

Hz. İBRÂHİM (a.s)
Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın "Halil" dost diye nitelediği ulu'l-azm mertebesinde olan peygamber.
Nuh (a.s)'un çocukları ve torunları, önce
Irak'a yerleşmiş ve Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini
kurmuşlardı. Daha sonra, burada yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp
Dicle kıyısında -bugün Musul şehrinin civarında- Ninova şehrini inşâ
etmişlerdi. Babil'deki halkın yerlileri olan Nabt kavmi, Süryânî dilini
konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı. Ninova'da ortaya
çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil'i hâkimiyetleri
altına almıştı. Bir süre sonra Babil'de, Keldânîler, Asurluların
hâkimiyetleri altında bulunan Nabt'ların ilim ve kültürüne sahip
çıkmıştı.

Babilliler, tek Allah'a inanmayıp putlara ve
yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak
kabul ederlerdi. Onların bu inancına "Sâbiîlik" denir. Sâbiîlik;
ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlar ve giderek yıldızlara,
aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış putlara tapmağa varırdı.
Babil'de putların hem yapılıp hem de tapıldığı puthaneler vardı. Bundan
dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu. İşte
Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil
halkına İbrahim (a.s)'ı göndermişti. "İbrahim" kelimesinin manası
"cemaat babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberle
babası Hz. İbrahim'dir.

Cemaatının "Allah'ın dostu" anlamına gelen
"Halîlullah" ünvanına sahip İbrahim (a.s), "Ulü'l-azm" denilen büyük
peygamberlerden biridir. "Ulü'l-azm" gayesine erişen diğer peygamberler
ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s)'dir. Hz.
İbrahim'in "halilullah" lakabını alması Allah'a olan sevgi ve
bağlılığındandır. Bir rivayete göre Hz. İbrahim insanlara karşı çok
cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "halilullah" diye
nitelendirilmiştir.

İbrahim (a.s)'ın nesebi hakkındaki rivâyetler
muhteliftir. Ancak rivayetlerin hepsi Sâm b. Nûh'a vardığında ittifak
etmiştir. Babasının ismi Tarih lakabı Âzerî'dir.

Hz. İbrahim'in ismi Kur'an-ı Kerim'de yirmi
beş sûrede altmış dokuz defa geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim
değişik isim ve sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle
bahsedilmiştir. Kur'an'da da geçen sıfatlarının bazıları: Evvâh (çok ah
eden), Halim, Munib (Allah'a sığınan), Hanîf, Kânit (Allah'a kulluk
eden), Şâkir.

Hz. Peygamber (s.a.s)'de Hz. İbrahim (a.s)'ın
faziletini anlatırken şöyle der: "Kıyâmet günü ilk elbise giydirilen
kişi, İbrahim'dir." (Buhâr;, Enbiyâ, 8). "bir gece bana rüyamda her
zaman gelen iki melek (Cibril ile Mikâil) geldi. Bunlarla beraber
gittik nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya doğru yücelen)
boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. O İbrahim (a.s)
idi (Buhârî, Enbiyâ, 8).

İbrahim (a.s) Babil halkına uzun süre hak
dini, dünyayı, âhireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış, en
yakını olan babasına ise bu meseleyi inceden inceye izah etmişti. Ancak
başta babası Âzer olmak üzere halk, İbrahim (a.s)'a inanmayıp inkâr
etmişti. İbrahim (a.s), babasının bu hareketine kızmamış, ona
darılmamıştı. Hatta onun için Allah'tan rahmet dileyerek babasına karşı
şöyle dedi: "Sana selâm olsun! Senin için rabbımdan mağfiret
dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır" (Meryem, 19/47). Bundan
sonra İbrahim (a.s), baba ocağını terkederek oradan ayrıldı.

Milletine, putların hiçbir fayda
sağlayamayacağını pek çok kere söyleyen ve ancak Yüce Allah'ı üstün
niteliklere sahip olduğunu bildiren İbrahim (a.s), milletinin kendisine
inanmadığını görünce hemen Nemrud'a gitti. Kur'an-ı Kerîm'de ismi
geçmeyen ve o sıralar milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu
servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı.

İbrahim (a.s), Nemrud'a Allah inancından
bahsetti. Fakat o reddetti ve İbrahim (a.s) ile Rabbi hakkında
münakaşaya girişti. İbrahim (a.s) Allah Teâlâ'nın hem dirilttiğini hem
de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de bunu yapmağa gücü
yettiğini ifade eder. Nemrud, bunu ispat için, iki adamı getirtmiş,
birini öldürmüş, diğerini bırakmış; böylece öldürmeğe ve diriltmeğe
kâdir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim (a.s.): "Allah güneşi
doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene" (el-Bakara, 2/258) deyince
Nemrud şaşırıp kalmıştı.

Bir ara, Allah inancını kabule yanaşmayan
halk, bir bayram günü âdetleri üzere puthaneye yemek getirmiş,
putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gitmişti.
İbrahim (a.s)'ı de götürmek istemişler, ancak o, rahatsız olduğu
gerekçesiyle gitmemişti. Onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye
girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü,
ona baş vursunlar diye sağlam bırakmıştı.

Bayram eğlenceleri biten halk, yine âdetleri
üzere yemeklerini almak için puthaneye gelmiş, ancak puthaneyi harabeye
dönmüş bir durumda görünce, putları bu hale getirenin İbrahim (a.s.)
olabileceğini düşünmüşler, İbrahim (a.s)'i çağırıp şu şekilde sorguya
çekmişlerdir: "Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın?"
Hz. İbrahim bu soruya "Belki onu, şu büyükleri yapmıştır.
Konuşabiliyorsa, onlara sorun!" şeklinde cevap verdi (el-Enbiyâ,
21/62-63). Halk, putların cansız ve konuşamaz olduklarını itiraf edince
İbrahim (a.s) tevhid inancını haykırırcasına şöyle dedi: "O halde
Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara
ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar
olsun! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (el-Enbiyâ, 21/66-67).

İbrahim (a.s)'ın bu savunması, sapıklar
tarafından onun suçlu duruma düşmesine yetmişti. Sapıkların lideri
Nemrud, İbrahim (a.s)'ın öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını
teklif etmiş ve nihayet ateşte yakılmasına karar verilmişti. Hazırlanan
ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde İbrahim
(a.s)'ı mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ancak ateşin ve her şeyin
sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir verdi: "Ey ateş! İbrahim'e karşı
serin ve zararsız ol!" (el-Enbiyâ, 21/69). Böylece İbrahim (a.s)
ateşten kurtulmuş oldu. O sırada İbrahim (a.s)'a inanan tek bir kişi
vardı; o da Lut (a.s) idi.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İbrahim
aleyhi's-salâtü ve's Selâm yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya
çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan
Allah'ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "ben hastayım"
demesi öbürüsü de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir" demesi.
Resulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde
zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı" (Buhârî, Enbiya,
8).

Hadisenin devamı şöyle anlatılmıştır. Hz.
İbrahim amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre ile birlikte Mısır tarafına
seyahat ederken "Erdün" kasabasına gelmişler; şehrin kralı ile
aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber
(s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber şöyle anlatmıştır: "İbrahim
(a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir
kral veya zâlim bir idareci vardı. Bu zâlime "İbrahim, yanında çok
güzel bir kadınla şehre girdi" diye haber gönderdiler. Kral "ey
İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrahim (a.s)
(din) kardeşimdir" dedi. Sonra Sâre'ye gelip "sakın beni yalancı
çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir dedim. Allah'a yemin ederim
ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur"
buyurdu. Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs
etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti:
"Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı
zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim
üzerime şu kâfiri musallat etme". Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere
vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre "Allahım şayet bu adam
ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir" diye dua etti. Bunun üzerine adam
rahatladı". Bu hadise üç defa tekrarlandı. "Bunun üzerine melik
etrafındakilere" siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrahim
(a.s)'e gönderiniz. Hâcer'i de Sâre'ye veriniz" dedi. Bunun üzerine
Sâre Hz. İbrahim'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve "Anladın mı!
Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi" dedi
(Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36).

İbrahim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra
pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine
inananlar günden güne arttı. İbrahim (a.s)'e inanların oluşturduğu
kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.

İbrahim (a.s) Babil'den ayrılacağı zaman,
babası için Allahu Teâlâ'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve
babasının affı için Allah'a şöyle yalvarmıştı: "Babamı da bağışla!
Çünkü o sapıklardandır" (eş-Şuârâ, 26/86). Babası da olsa kâfirler için
dua edilmeyeceğini bilen İbrahim (a.s) bunu, memleketinden ayrılırken
verdiği sözden dolayı yapmıştı. İbrahim (a.s)'ın duası kabul edilmedi
ve ayeti kerimede bu durum şöyle ortaya kondu: "Cehennemlik oldukları
anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar puta tapanlar için mağfiret
dilemek peygamberlere ve mü'minlere yaraşmaz" (et-Tevbe, 9/113).

İbrahim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut
(a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında
Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Onları buyruğumuz altında, insanları doğru
yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı,
zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi" (el-Enbiyâ,
21/73).

Allah Teâla, İbrahim (a.s)'a on sayfalık bir
kitap da vermiştir. Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına
doğru Mısır'a gitti. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli
rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında Halilü'r-rahman denilen yerde
defnedildi.

Hanîflik: İbrahim (a.s)'in dinin temeli
tevhide (Allah'ın birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç
unutulmuş ve putperestlik Araplar arasında tamamen yayılmıştı. Buna
rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri görülüyordu. Bunlara
"Hanif" denirdi.

Hanîf, batıldan uzak, Hakk'a yönelen ve
tevhit inancı üzere bir Allah'ı tasdik eden kişi demektir. Kur'an-ı
Kerim de "hanîf" kelimesi birkaç yerde geçer. "Hanif" kelimesi daha
çok, Hz. İbrahim için Allah'a saf ve temiz bir şekilde ibadet eden bir
kul anlamında kullanılmıştır.

Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler
bulunur: "Ve hanif olarak yüzünü dine doğrult ve sakın Allah'a ortak
koşanlardan olma!" (Yunus 10/105) "Sonra da biz, Hanîf olan,
müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik"
(en-Nahl, 16/123).

İslâm'dan önce Arap toplumunda; Varaka b.
Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Sâide
gibi kişiler hanifler arasında bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz,
hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara
yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:04 pm

Hz. LÛT (a.s)
Kur'ân-ı Kerim'de geçen peygamberlerden biri
Lût (a.s) ile birlikte Hz. İbrahim'in kardeşi Hârân'ın oğludur. Lût
(a.s), İbrahim (a.s) ile birlikte Harran'dan Filistin'e göç etti.
Burada kıtlık baş gösterince Lût ve İbrahim (a.s.) beraberce Mısır'a
gittiler. Bir süre sonra Mısır kralının verdiği mal ve sürüleri
yanlarına alarak birlikte tekrar Filistin'e döndüler. Zamanla
yerleştikleri bölge, sürülerini almaz oldu. Hz. Lût bunun üzerine,
amcası İbrahim (a.s.)'ın bölgesinden ayrılıp Sedom şehrine yerleşti.
Daha sonra bu şehre peygamber olarak gönderildi. Sedomlular bozuk
ahlâklı, kötü niyet insanlar idi. Yol keserler, yolcuların elinde
avucunda ne varsa alırlardı.

Sedom halkı dünyada daha önce kimsenin
yapmadığı sapık işleri, ahlaksızlıkları yapıyor, eşcinsel davranışlarda
bulunuyor, azgınlıkta birbirleriyle yarış ediyorlardı. Hz. Lût, kavmini
doğru yola davet ettiyse de aldırmadılar. Yaptıkları kötü işleri devam
ettirdiler. Karısı da ona inanmayanlardandı.

Hz. Lût, "âlemlerden hiç kimsenin sizden önce
yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle
erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz"
(el-A'raf, 7/80-81); "evet, siz cahil bir milletsiniz" (en-Neml,
27/55); "yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor
musunuz?" (el-Ankebût, 29/29) diyerek onları doğru yola davet etti,
içinde bulundukları delâlet ve cehaletten kurtarmağa çalıştı.

Hz. Lût'un yaptığı ikazlara aldırmayan Lût
kavmi de peygamberi yalanladı. Kardeşleri Lût onlara; "Allah'a karşı
gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir
elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden
bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin rabbine aittir.
Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında,
erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz"dedi
(eş-Şuara, 26/160-166). Bunun üzerine kavmi de ona cevaben. "Ey Lût! Bu
sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın" (eş-Şuara, 26/167).
Doğru sözlü isen bize Allah'ın azabını getir" (el-Ankebût, 29/29)
diyerek Hz. Lût ve kendisine inananlarla alay ettiler ve şehirden
çıkarmak istediler (el-A'raf, 7/82), Lût Peygamber, kavminin
azgınlıklarına karşı Allah'tan yardım istedi. "Rabb'im şu bozguncu
kavme karşı bana yardım et" (el-Ankebut, 29/30); "Rabb'im, beni ve
ailemi bunların yaptıklarından kurtar" (eş-Şuara, 25/169) diye dua etti.

Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Hz. Lût'un
öğütlerine ve davetine uymayan kavmini yok etmek üzere "elçiler"
(melekler) görevlendirdi. Melekler, önce Hz. İbrahim (a.s)'a uğradılar
ve orada Hz. Lût'un kavmini cezalandırmak üzere geldiklerini
söylediler. "Biz şüphesiz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un ailesi
(Hz. Lût'a inananlar) bunun dışındadır. Karısı hariç hepsini
kurtaracağız. Karısının geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk"
(el-Hicr,15/58-60). "Biz bu kasaba halkını yok edeceğiz, çünkü oranın
halkı zalim kimselerdir. İbrahim: "Ama Lût oradadır" dedi. Elçiler
(melekler): "Biz orada olanları daha iyi biliriz, onu ve geride
kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" dediler"
(el-Ankebût, 29/31-32).

Melekler, Hz. İbrahim'den ayrıldıktan sonra
Hz. Lût'un bulunduğu Sedom şehrine geldiler. Melekler gelince, Hazreti
Lût onları tanıyamadı. Melekler ona. "Biz sadece şüphe edip durdukları
azabı getirdik, sana gerçekle geldik. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz"
(el-Hicr, 15/63-64) diyerek kendilerini tanıttılar. Melekler geldiğinde
Hazreti Lût çok sıkıldı. "Bu çetin bir gündür" (Hûd 11/77) dedi.
Sıkılma sebebi, melekleri insan zannetmesi idi. Çünkü melekler genç ve
yakışıklı erkekler suretinde gelmişlerdi. Hz. Lût, kavminin yaptığı
ahlâksız hareketleri ve kötü huylarını biliyordu. Korkusu bundandı.
Misafirlerin geldiğini duyan "şehir halkı sevinerek geldiler" (el-Hicr,
15/67).

"Lût'un konukları olan melekleri elde etmeye
(onlara tecavüz etmeye) kalkıştılar" (el-Kamer, 54/37). "Hz. Lût
onlara: "Bunlar benim konuklarımdır; onlara karşı beni rüsvay etmeyin.
Allah'tan korkun, beni utandırmayın" dedi" (el-Hicr, 15/68-69).
Misafirlere dokunulmaması için. Ey milletim işte bunlar benim kızlarım,
onlar sizin için daha temizdir (size nikahlayabilirim). Konuklarımın
önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur? dedi"
(Hûd, 11/78). Sedom halkı sapıklıktan başka bir şey düşünmüyordu.
"Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun: Doğrusu
ne istediğimizin farkındasın" (Hûd, 11/79) diyerek bunu reddettiler.
Hz. Lût, bu defa: "Keşki size yetecek bir kuvvetim olsa ve ya sağlam
bir yere sığınsam" dedi (Hud, 11/80). Hz. Lût iyice sıkılmıştı. Bunun
üzerine melekler; "Ey Lût! Biz rabbinin elçileriyiz, onlar sana
ilişemeyecekler" (Hûd, 11/81) diyerek kimliklerini açıkladılar ve onu
teselli ettiler.

Artık Allah Teâlâ'nın Lût kavmine takdir
ettiği azabın vakti gelmişti. Melekler, Hazreti Lûta: "Geceleyin bir
ara, ailenle beraber yola çık. Karının dışında kimse geri kalmasın.
Doğrusu onların başına gelenler onun baçına da gelecektir. Vadeleri gün
doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?" (Hîd, 11/81). "Bu kasaba
halkının yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten elbette bir azap
indireceğiz" (el-Ankebût, 29/34). Sabahleyin Sedom müthiş bir zelzele
ile sarsıldı. Halkın üzerine kime isabet edeceği yazılı taşlar
yağdırıldı. Böylece ahlâksızlıklarının cezasını görmüş oldular
(Abdulfettah Tabbara, Ma'al Enbiya' Fil-Kur'an, s, 142-146; Muhammed
Ahmed Cad, Kısasu'l-Kur'ân, 68-76).

Bundan sonrası da Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:
"Buyurduğumuz gelince oraların altını üstüne
getirdik; üzerine de Rabbinin katından işaretli olarak yığın yığın sert
taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiç bir zaman uzak olmayacaktır"
(Hûd, 11/82-83).

"Tanyeri ağarırken çığlık onları
yakalayıverdi. Memleketlerini alt üst ettik; üzerlerine sert taş
yağdırdık. Bunda, görebilen insanlar için ibretler vardır. O şehrin
kalıntıları işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Bunda inananlar
için ibret vardır" (el-Hicr, 15/73-77).

"Bunun üzerine onu (Lût'u) ve ailesini
kurtardık. Yalnız karısının geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk.
Geride kalanların üzerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılan, fakat yola
gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi" (en-Neml, 27/57-59).

"Andolsun ki, sabah erken, önü alınmaz bir
azab başlarına geldi. Âzabımı ve uyarılarımı dinlememenin sonucunu
tadın" dedik (el-Kamer, 54/38-39).

Görüldüğü gibi, Lût'un kıssasındaki en büyük
özellik onun eşcinsellikle yaptığı mücadeledir. Eşcinsellik İslâm'da en
büyük günahlar arasındadır. Eşcinselliğe livata * yada lûtilik *
denmesi, bu çirkin fiili ilk olarak bu kavmin işlemesinden dolayıdır.
Yine görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim, bu iğrenç fiili yapanları kınamakta
ve faillerinin dünya ve ahirette büyük azap göreceklerini ifade
etmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:04 pm

HZ. İSMAİL (a.s)
Kur'an-ı Kerîm'de adı zikredilen
peygamberlerden. Kendisine "Allah'ın kurbanı" anlamına "Zebihatullah"
da denir. Hz. İbrahim'in Hacer'den olan büyük oğludur. Kur'an'da on iki
yerde ismi zikredilmekte ve aynı zamanda kendisine vahiy indiği
bildirilmektedir (el-Bakara, 2/136; Âlu İmran, 3/84; en-Nisa, 4/163).
Hz. İsmail (a.s)'ın bir Resul ve Nebi olduğu, ümmetine Allah'ın
emirlerinden olan namaz, zekât gibi emirleri bildirdiği
anlatılmaktadır. Aynı şekilde Hz. İbrahim ve Hz. İshak ile birlikte Hz.
Ya'kub (a.s)'ın ecdadından birisi olduğu (el-Bakara, 2/133) ve İsmail
(a.s)'ın babası İbrahim (a.s) ile birlikte Kâbe'nin temelini yükselten
ve O'nun temizliğinden sorumlu kimseler olarak anlatıldığı
görülmektedir (el-Bakara, 2/125 ve 127).

Hz. İsmail Mekke'ye yerleşen Cürhümîlerin
çocukları ile büyümüş ve onlardan ok atıcılığını öğrenmiştir. Eslem
kâbilesinden bir grup, yarış için ok atışırken, Hz. Peygamber (s.a.s)
onlara şöyle demiştir: "Ey İsmail oğulları! Ok atınız, sizin atanız da
mahir bir ok atıcı idi" (Buhâri, Enbiyâ, 12). Hz. İsmail iyi bir atıcı
ve avcıydı. Mekke'nin harem bölgesinin dışına çıkarak avlanır ve
avlanmayı, ata binmeyi, yabani atları ehlileştirip binmeyi çok severdi.
Peygamber (s.a.s) "At edininiz! Onu miras olarak alın ve miras olarak
bırakınız! Çünkü bu size babanız İsmail'in mirasıdır" (Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-Nihâye, I, 192) buyurmuştur. Hz. İsmail Arap dilini çok
güzel konuşan fasih bir insandı.

Hz. İbrahim Allah Teâlâ'nın emriyle hanımı
Hâcer ve oğlu İsmail'i Filistin'den alıp Hicaz'a götürdü. Hz. İsmail
henüz sütte idi. Kâbe'nin daha sonra inşa edildiği yere yakın bir yerde
büyük bir ağacın yanına bıraktı. Yanlarına bir dağarcık hurma ve biraz
su koydu. O zamanlar henüz Mekke şehri kurulmamıştı, her taraf ıssızdı.
Hatta su da yoktu.

Hz. İbrahim dönüp giderken Hacer, "Ey
İbrahim, bizi bu ıssız ve kimsesiz vadide bırakıp da nereye
gidiyorsun?" dedi. Hacer tekrar, "Ey İbrahim! Bizi burada bırakmanı
sana Allah mı, emretti?" diye seslendi. Hz. İbrahim, "Evet Allah
emretti" deyince, Hacer, "Öyleyse Allah bize yeter, bizi o korur"
diyerek Allah'a tevekkül etti. İbrahim Seniye mevkiine gelince Kâbe'nin
bulunduğu tarafa yönelerek şöyle dua etmiştir: "Ey Rabbimiz, ben
zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes olan evinin yanında ekin
bitmez bir vadiye yerleştirdim. Şunun için ki, Rabbimiz (orada) namaz
(ların)'ı dosdoğru kılsınlar. Artık sen insanlardan bir kısmının
gönüllerini onlara meylettir ve kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır
ki (verdiğin nimete) şükretsinler" (İbrahim, 14/37).

Aradan günler geçti. Yanlarındaki su ve hurma bitti. Etrafta kimseler yoktu, çocuk susuzluktan ağlıyordu.
Hacer su aramaya başladı. Safa tepesine
çıktı, etrafa baktı kimseyi göremedi. İndi; koşarak Merve'ye geldi;
etrafına bakındı, kimseyi görmedi. Bir yudum su bulmak için Safa ile
Merve arasındaki bu gidiş gelişi yedi defa tekrar etti. Yedinci defa
Merve'ye çıktığında şimdiki Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir melek
gördü. Ayağının ökçesiyle yeri eşiyordu. Oradan su çıkmıştı. Diğer bir
rivayete göre çocuk ayağı ile (veya eli ile) kumları eşelemeye başlamış
ve oradan bir su çıkmıştır. Hacer gelip kana kana içti, çocuğuna da
içirdi.

Hz. Hacer su boşa akmasın diye gölet yapıp
suyu muhafaza etmeye çalışıyor, bir yandan da avuçlarıyla kırbasını
dolduruyordu. Hz. Peygamber (s.a.s) bunu şöyle anlatmıştır: "Allah
İsmail'in annesi Hacer'e rahmet eylesin! Eğer o Zemzem'i kendi haline
bıraksaydı da, soyu avuçlamasaydı, muhakkak ki Zemzem akar bir kaynak
olurdu" (Buhârî, Enbiyâ, 9).

Hz. Hacer'in suyu bulmasından sonra Mekke
vadisinden geçen Cürhümîlerden bir grup vadinin üstünde bir kuş
gördüler. Bu kuşun su olan yerde uçtuğunu bilen Cürhümîler daha önce bu
vadide bir su kaynağı yoktu. Acaba, yeni bir su kaynağı mı bulundu diye
içlerinden birisini kontrol için gönderdiler. Suyu haber alınca, gelip
su başına yerleşmek için Hz. Hacer'den izin istediler. Suda bir hak
iddia etmemek şartıyla Hz. Hacer onlara izin verdi. Hz. İsmail fasih
arapçayı bunlardan öğrendi, gençlik yaşına gelince Cürhümîler
içlerinden bir kızla Hz. İsmail'i evlendirdiler. Bu evlilikten sonra
Hz. Hacer vefat etti.

Hz. İbrahim oğlunun durumunu kontrol için
Mekke'ye geldi. Hz. İsmail'in evine geldiğinde onu evde bulamadı. Hz.
İsmail'in hanımı ile aralarında şu konuşma geçti:

"İsmail nerede?" diye sordu. Hz. İsmail'in hanımı;
"Rızık temin etmek için ava gitti" dedi.
"Geçiminiz nasıl?" diye sordu.
"Darlık içindeyiz, durumumuz kötü" diye cevapladı.
Hz. İbrahim; "Kocan geldiğinde selâm söyle, kapısının eşiğini değiştirsin" dedi ve gitti.
smail avdan dönünce hanımıyla aralarında şu konuşma geçti. İsmail (a.s):
"Evimize gelen oldu mu?"
"Evet, yaslı bir adam geldi, seni sordu, cevap verdim. Geçimimizi sordu "darlık içindeyiz" dedim".
Hz. İsmail, "sana bir şey tenbih etti mi?"
dedi. Kadın, "Sana selâm söylememi istedi ve "kapının eşiğini
değiştirsin" diye tenbih etti" dedi. İsmail (a.s) durumu anladı ve:

"O gelen ihtiyar babamdı. Senden ayrılmamı istiyor, artık evine dön dedi."
Böylece İsmail ilk eşinden boşandı. Bir müddet sonra Cürhümîlerden başka bir kızla evlendi.
İbrahim (a.s) Mekke'ye geldi. Yine İsmail
(a.s) ava gitmişti. Hanımıyla aralarında yukarıdakine benzer şekilde
bir konuşma geçti. Ancak kadın geçimlerinin ve kocasının iyi olduğunu
söyledi. Daha sonra İbrahim: "Kocan geldiğinde ona selâm söyle,
kapısının eşiğini güzel tutsun" dedi.

İsmail avdan gelince hanımı olanları anlattı.
İsmail: "O babamdı. Sen de evimin eşiğisin. Seni hoş tutmamı emrediyor"
(Buhârî, Enbiyâ, 9) dedi.

Hz. İbrahim zaman zaman Şam'dan gelip oğlunu
ve hanımı Hacer'i ziyaret ederdi. Bir defa rüyasında oğlu İsmail'i
kurban ettiğini görmüştü. Rüya üç gece aynen tekerrür edince Hz.
İbrahim durumunu oğluna açıp:

"Ey oğulcuğum, rüyamda seni kurban ettiğimi
gördüm, buna ne dersin? dedi. Hz. İsmail; "Babacığım, emrolunduğun şeyi
yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın, diye cevap verdi"
(es-Saffat, 37/102).

Hz. İbrahim ve İsmail'in bu teslimiyetini Allah mükafatlandırdı. İsmail'in yerine büyük bir kurbanlık verdi (es-Saffat, 37/107).
Ancak Yahudiler Hz. İbrahim (a.s)'ın kurban
ettiği oğlunun Hz. İsmail değil Hz. İshak olduğunu iddia ederler (bk.
Ali el-Muttekî el-Hindî, Kenzu'l Ummâl, XI, 490).

Bu konuda bazı zayıf rivayetler varsa da
Yahudilerin bu iddialarının asıl sebebi kıskançlıklarıdır. Halife Hz.
Ömer b. Abdülaziz müslüman olan bir Yahudi alimine "Hz. İbrahim'in
hangi oğlunu kurban etmesi emrolundu?" diye sormuştu. Bu zat şöyle
dedi: "Vallahi, Allah İsmail'in kesilmesini emretmişti. Bunu Yahudiler
de bilirler. Ancak Yahudiler Arapları kıskanırlar. Babanız İsmail'in
kurban edilmesi hakkındaki ilahi emre boyun eğişi ve sabrının Allah
tarafından övülmesini çekemezler de bu fazileti kendi ataları olan
İshak (a.s)'a vermek isterler" (Taberî, Tarih, I, 138,139).

Hz. İbrahim'in Mekke'ye yaptığı bir sefer
sırasında Allah tarafından Kâbe'yi yapması emredilmişti. Oğlu İsmail
ile birlikte Kâbe'yi yaptılar (el-Bakara, 2/127; el-Hacc, 22/26-27). İs
mail (a.s) tas getiriyor, İbrahim (a.s) duvar örüyordu.

Babasının vefatından sonra Hz. İsmail, Hicaz
halkına peygamber oldu. Bu husus Kur'an-ı Kerîm'de: "Kitap (Kur'an) da
İsmail (a.s)'ı de an ki 0, va'dinde sadık rasûl ve nebî idi. O ehli
(kavmi)ne namaz ve zekatla emrederdi ve O Rabbi Teâlâ'nın yanında (söz
ve hareketleriyle) makbul idi" (Meryem, 19/55-56) buyurulur.

Nakledildiğine göre Hz. İsmail babasının
vefatından kırk yıl sonra 137 yaşında vefat etmiş ve Hacer'in Hicr'deki
kabrinin yanına defnedilmiştir. Arapların el-Musta'rebe grubu Hz.
İsmail (a.s)'in oğullarından çoğalmış olup, bunların kökü Adnan'a
dayanır.

Hz. İsmail'in kabri Harem'deki Hicr denilen yerdedir (Ali el-Muttekî el-Hindi, Kenzu'l-Ummâl, XI, 490).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:05 pm

HZ. İSHÂK (a.s)
İbrahim (a.s)'ın Hz. Sâre'den doğan ikinci oğlu.
Hz. Sâre'nin çocuğu olmadığı için kocasına
cariyesi Hacer'i hediye etmiştir. Hz. Hacer Hz. İsmail'i doğurunca, Hz.
Sâre üzülmüştür. Hz. İbrahim yüz yirmi yaşında Hz. Sâre doksan yaşında
iken Allah'ın bir lutfu ve mucizesi olarak İshâk (a.s) doğmuştur (bk.
Hâkim, Müstedrek, 11, 556).

Kur'an-ı Kerim'de bu olay şöyle anlatılır:
"And olsun ki, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip; "Selâm", dediler.
O da "Selâm" dedi ve eğlenmeden gidip kızartılmış bir buzağı getirdi.
Onların ellerinin buna uzanmadığını görünce hoşlanmadı ve kalbine bir
korku geldi. Onlar "korkma biz lût kavmine gönderildik" dediler.
İbrahim'in ayakta duran zevcesi güldü. Biz de ona İshak'ı ardından da
torunu Yâkub'u müjdeledik. Kadın "vay, kendim koca bir karı, şu
zevcimde bir ihtiyar iken ben mi doğuracakmışım? Bu doğrusu pek
şaşılacak bir iş" dedi. Melekler "ey evin hanımı. Allah'ın rahmeti ve
bereketleri üzerinize olmuşken, nasıl Allah'ın işine şaşacaksın. O
Hamid ve Meciddir" dediler (Hûd, 11 /73).

İshâk (a.s)'ın tarih kitaplarında anlatıları
şemâili şöyledir. Uzun boylu, kara gözlü, buğday benizli, yüzü güzel,
konuşması düzgün, saçı, sakalı bembeyazdı. Siret ve sureti babası
İbrahim (a.s)'a benzerdi (Hâkim, Müstedrek, 11, 557). Hz. İshâk'ın
Yakub ve 'Ays adında iki oğlu olmuştur. Yakub (a.s) daha güzel yüzlü,
daha düzgün konuşmalı ve zarafet ve güzelliği daha çok olandı. Ays,
Rumların yaşadığı bölgede ikamet etmişti (Hâkim, Müstedrek, l l, 557).

İshâk (a.s) Kur'an-ı Kerim'de de övülmüştür:
"Ey Muhammed; güçlü ve anlayışlı olan kullarımız İbrahim, İshâk ve
Yakub'u da an! Biz onları âhiret yurdunu düşünen samimi kimseler
kıldık. Doğrusu onlar bizim yanımızda seçkin, iyi kimselerdir" (Sâd,
38/45-47). İshâk (a.s) babasının ölümünden sonra Sam bölgesine
peygamber olarak vazifelendirilmiş, Allah'u Teâlâ onu seçkin ve hayırlı
bir insan eylemiştir.

"İbrahim'e salihlerden bir peygamber olmak
üzere de İshâk'ı müjdeledik. Hem ona hem de İshâk'a feyz ve bereketler
verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket edeni de vardır, nefsine
apaçık zulmedeni de vardır" (es-Sâffât, 37/112, 113).

Hz. İshak rivayete göre yüzaltmış yaslarında
bu günkü Filistin'in bulunduğu bölgede Kudüs yakınlarında vefat etmiş,
babası İbrahim (a.s)'ın Mezradaki kabrinin yanına defnedilmiştir
(İbnu'l-Esîr el-Kâmil fi't- Tarih, 1, 127).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:05 pm

Hz. YA'KUB (a.s)
Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biri.
Ya'kûb (a.s)'ın soyu, İshâk (a.s) vasıtasiyle
İbrahim (a.s)'a dayanmaktadır. O, İshak (a.s)'ın ve İshak (a.s) da
İbrahim (a.s)'ın oğludur. Annesinin adı Refaka'dır. Kardeşi Ays ile
beraber, ikiz olarak doğmuştur. Kardeşinin ardından doğduğu için ona
Ya'kûb denmiştir.

Ya'kûb (a.s)'ın diğer bir adı da İsrail'dir.
Kardeşi Ays'tan kaçarak dayısının yanına giderken gündüzleri saklanmış
ve geceleri yürümüştür. Bundan dolayı kendisine İsrâil denmiştir.
Kelime olarak İsrâil geceleyin (Allah'a) yürüyen demektir (et-Taberî,
Tarih, Mısır 1326, I,162 vd.).

Ya'kûb (a.s)'ın doğumu ve peygamberliği daha önceden müjdelenmişti. Onun bu durumu Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:
Biz ona (İbrahim (a.s)'ın hanımına) İshâk'ı müjdeledik. İshâk'ın ardından da (torunu) Yaküb'u"(Hûd, 11/71).
Bu âyette aynı zamanda, Yakûb (a.s)'ın yukarıda sunulan soyu da dile getirilmiştir.
Ya'kûb (a.s), önce dayısı Lebân'ın büyük kızı
Leyya ile ve ondan sonra ad küçük kızı Râhil ile evlenmiştir. Leyya'dan
Rabil, Yehuza, Şem'ûn ve Lavi adındaki oğulları doğmuştur. Râhil'den de
Yûsuf ve Bünyamin dünyaya gelmiştir. Ya'kflb (a.s)'ın diğer iki
hanımından altı oğlu daha vardı. Toplam on iki erkek evlada sahipti
(İbn Kuteybe, Kilabu'l-Meârif, Beyrut 1970,19; İbn Haldun, Tarih,
Beyrut, 1971, I, 39).

Kur'ân'ın birçok yerinde Ya'kûb (a.s)'ın
peygamberliğinden ve çeşitli faziletlerinden bahsedilmektedir. Onun
peygamberliğini dile getiren bazı âyetlerin meâli şöyledir:

Nihayet (İbrahim) onlardan ve Allah'ın
dışında taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman, biz
ona İshâk'ı ve Ya'kub'u bağışladık ve her birini peygamber yaptık.
Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk ve kendilerine güzel ve üstün bir
şan, şöhret nasip ettik" (Meryem, 19/49, 50).

"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere
vahyettiğimiz gibi, sona da vahyettik. Nitekim İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsâ'ya, Eyyüb'e, Yûnus'a, Harun'a,
Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebur'u vermiştik" (en-Nisâ,
4/163).

Ya'kub (a.s)'ın kuvvetli, basiretli ve halis (samimi) bir kişiliğe sahip olduğunu anlatan bazı âyetlerin meâli de şöyledir:
Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim'i,
İshâk'ı ve Ya'kûb'u da an. Biz onları ahiret yurdunu düşünme özeliğiyle
temizleyip, kendimize hâlis kul yaptık" (Sâd, 38/45, 46).

O, diğer peygamberler gibi Allah'ın
hidâyetine erdirilen ve güzel davranan yüce bir kişi idi. Kur'ân'da bu
hususta şöyle buyurulmaktadır:

"Biz ona (İbrahîm'e) İshâk'ı ve İshâk'ın oğlu
Ya'kûb'u da hediye ettik. Hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha
önce Nûh'a ve onun soyundan Dâvud'a, Süleyman'a, Eyyûb'e Yûsuf â
Musa'ya ve Harûnâda yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle
karşılık veririz" (el-En'âm, 6/84)

Bir de Ya'kub (a.s) rüya tabir etmeyi de bilirdi. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de bu hususu şöyle haber vermiştir:
"Hani bir zaman Yûsuf babasına: Babacığım,
ben (rüy'a) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Bunları hepsinin bana
secde ettiklerini gördüm, demişti. (Babası Ya'kub ona şöyle demşti):
Yavrum, rü'yanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar.
Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır! Böylece Rabb'in seni seçecek
ve sana rü'yada görülen olayların yorumunu (veya Allah'ın kitabının ve
peygamberlerin sünnetlerinin inceliklerini) öğretecek. Sana ve Ya'kûb
soyuna nimetini tamlayacaktır. Nasıl ki ataların İbrahim'e, ve İshâk'a
da nimetini tamamlamıştı. Şüphesiz Rabb'in bilendir, hikmet sahibidir"
(Yûsuf, 12/4, 5, 6).

Ya'kûb (a.s) bitmeyen tükenmeyen güzel bir
sabra sahipti. O, sabrıyla ve ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi,
evlad acısı ve evlad ihanetiyle imtihan edildi. Kur'ân'da, onun hayatı,
Yûsuf (a.s)'ın hayatı ile iç içe anlatılmıştır. Ya'kûb (a.s)'ın
gözlerinin kaybolmasına, saçlarının ağarmasına ve belinin bükülmesine
sebep olan bu evlad imtihanı ve onun örnek sabrı, Kur'ân'da şöyle haber
verilmiştir:

"(Ya'kûb kendisine hıyanet eden çocuklarına
şöyle dedi): Herhalde, nefisleriniz size bu işi süsleyerek sizi ona
sürükledi. Artık bana güzelce sabretmek kalıyor. Belki de Allah,
onların hepsini bana getirir. Çünkü O, bilendir, herşeyi hikmetle
(yerli yerince) yapandır. Ve yüzünü onlardan çevirdi de: "Ey Yûsuf
üzerindeki tasam (gel, gel tam senin gelme zamanındır)! " dedi ve
tasadan gözlerine ak düştü. (Acısını) yutkunuyor (açığa vurmamaya
çalışıyordu). Dediler ki: "Vallahi sen, Yûsuf'u ana ana hasta
olacaksın, yahut öleceksin!" (Ya'kûb aleyhisselâm onlara): "Ben üzüntü
ve tasamı yalnız Allah'a şikayet ederim ve Allah tan sizin bilmediğiniz
şeyleri bilirim" dedi. (Ondan sonra şöyle devam etti): "Ey oğullarım,
gidin, Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Zira, kafir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit
kesmez!" (Ya'kûb'un oğulları tekrar Mısır'a Yûsuf'un yanına
döndüklerinde dediler ki: "Ey vezir, bize ve çocuklarımıza darlık
dokundu, değersiz bir bir sermaye ile geldik. Ama sen bizim için tam
ölçü ver, bize tasadduk eyle. Çünkü Allah, tasadduk edenleri
mükafatlandırır." (Yûsuf) dedi: "Sizler cahil iken, Yûsuf'a ve
kardeşine yaptığınız(ın kötülüğünü) bildiniz mi (bundan tevbe ettiniz
mi)?" "A, yoksa sen, sen Yûsuf' musun?" dediler. "Ben Yusuf'um, bu da
kardeşindir" dedi (ve şöyle devam etti): "Allah bize lütfetti. (Bizi
korudu, yüceltti). Kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, Şüphesiz
Allah, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez" "Vallahi, Allah seni bizden
üstün kıldı. Doğrusu biz suç işlemiştik! dediler (Yûsuf onlara): "Bu
gün sizi kınama yok. Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin
merhametlisidir. Şimdi şu gömleğimi götürün, babamın yüzüne koyun da
gözü açılsın. Ve bütün ailenizle birlikte bana gelin" dedi. Kervan
(Mısır'dan) ayrılıp yola koyulunca, babaları, (yanında bulunanlara):
"Eğer bana bunak demezseniz, (inanın ki) ben Yûsuf'un kokusunu
duyuyorum"dedi. "Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığın içindesin" dediler.
Müjdeci gelip de (Yûsuf'un gömleğini) (Ya'kûb)'un yüzüne koyunca,
derhal (gözü açıldı), görür oldu. "Size demedim mi ben, Allah'tan sizin
bilmediğiniz şeyleri bilirim?" dedi. (Oğulları): "Ey babamız, bizim
için günahlarımızın bağışlanmasını dile. Gerçekten biz günah
işledik"dediler. (Ya'kub onlara): "Sizin için Rabb'ime istiğfar
edeceğim. Şüphesiz O, bağışlayan, esirgeyendir"dedi. (Hep beraber
Mısır'a hareket ettiler.) Nihâyet Yûsuf'un yanına vardıklarında,
(Yûsuf) ana-babasını kendisine çekip kucakladı ve: Âllah'ın dileğiyle,
güven içinde Mısır'a girin!"dedi. Anasını babasını tahtı üstüne çıkardı
ve hepsi onun için secdeye kapandılar (ona kavuştukları için Allah â
şükür secdesi yaptılar veya onun önünde saygı ile eğildiler. Yûsuf:
"Babacığım, işte bu, önceden (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabb'im onu
gerçek yaptı. Bana iyilik etti. Zîra şeytan, benimle kardeşlerim
arasına fitne soktuktan sonra, O, beni zindandan çıkardı. Sizi de
çölden getirdi. Gerçekten Rabb'im, dilediği şeyi çok ince düzenler. O
(her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır" dedi. "(Yûsuf,
12/83-100).

Bu âyetlerde de ifade edildiği gibi, Ya'kûb
(a.s)'in çocukları, neticede yaptıklarına pişman oldular. Babalarından
ve kardeşleri Yûsuf (a.s)'dan özür dilediler. Babaları Ya'kûb (a.s) ve
kardeşleri Yusuf (a.s) onları bağışladılar ve onlar için Allah'a
yalvarıp dua ettiler. Cebrâil (a.s), Ya'kûb (a.s)'a gelerek, çocukları
için yaptığı duasının kabul edildiğini ve çocuklarının Allah tarafından
bağışlandıklarını müjdeledi (es-Salebî, el-Arais, Mısır 1951,140 vd.).

Yak'ub (a.s) da diğer peygamberler gibi
insanları Allah'a inanmaya ve O'na ibadet etmeye çağırdı. Kendisi bu
yolda fevkalade örnek bir hayat yaşadı.

Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiği gibi, Yakub
(a.s), İbrâhim (a.s)'ın yaptığı gibi, ruhunu teslim etmeden önce,
çocuklarına vasiyette bulundu: "O zaman (Yâ'kûb), oğullarına; "Benden
sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti. (Onlar da): "Senin Rabb'in ve
ataların İbrâhim, İsmâil ve İshâk'ın Rabb'i olan tek Allah'a kulluk
edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediler" (el-Bakara, 2/133).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:05 pm

Hz. ŞUAYB (a.s)
Kur'an'da adı geçen peygamberlerden. Medyen
ve Eyke halkına peygamber olarak gönderildi. Bu iki ülkede ayrı ayrı
mücadelede bulundu. Bu iki toplumla yaptığı mücadelesi, çeşitli
ayetlerde geçmektedir.

Medyen ve Eyke, dağlık ve ormanlık olan iki
ülke idi. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzey batısında, oradan
Kızıldeniz'in doğu sahiline, güney Filistin'e, Akabe Körfezi'ne ve Sina
Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alır.

Kur'an'ın Medyen halkı hakkında
anlattıklarının önemini kavramak için, bu insanların, Hz. İbrahim'in
üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midyan'ın soyundan geldikleri
iddialarına dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden
gelmemiş oldukları halde, tümü onun soyundan olduklarını iddia
etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük bir zata bağlı olan
herkes, daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya
başlanırdı. Nitekim Hz. İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen
bütün Araplara "İsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'ın soyu
(İsrailoğulları) için de durum aynıdır. Aynı şekilde, Hz. İbrahim
(a.s)'ın çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm
bölge halkına Bena Medyen (Medyenoğulları) ve onların oturduğu yerlere
de, Medyen bölgesi dendi (ez-Zirikl, Kâmûsû'l-A'Iâm, VI, 4244; Yakut
el-Hamev, Mu'cemü'l-Büldan, Beyrut 1956, V, 77).

Şuayb (a.s), Hz. İbrahim'in torunlarından
Mikâil'in oğludur. Annesi ise Hz. Lut'un kızıdır (et-Taber, Tarih,
Mısır 1326,I, 167; es-Sa'leb, el-Arâis, Mısır 1951, s. 164; M. Asım
Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, I, 327).

Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitab veya
sahife gönderilmedi. O, Âdem, Şit, İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen
sahifeleri okudu ve onlarla tebliğde bulundu (İbn Asakir, Tarih, Beyrut
1979, VI, 322).

Şuayb (a.s) büyük bir hatipti. İnsanları
güzel söz ve nasihatlarla aydınlatmaya çalıştı. Dolayısıyla ona
peygamberler hatibi denilmiştir (ez-Zemahserî, el-Kesşâf, Kahire 1977,
II, 118).

Şuayb (a.s) aynı zamanda Musa (a.s)'ın
kayınpederi idi. Kızı Safura'yı Musa (a.s) ile evlendirmişti
(İbnü'lEsir, el-Kâmil, Beyrut 1965, 177).

Şuayb (a.s)'ın Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle mücadelesi, Kur'an'da şöyle bildirilir:
"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik).
Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız
yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam
yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra
yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan (insan)lar iseniz böylesi
sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek
insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu eğriltmeye
çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çoğalttı ve bakın
bozguncuların sonu nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle
gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allah aramızda
hükmedinceye kadar sabredin. O, hükmedenlerin en iyisidir" (el-A'raf,
7/85,86,87).

Görülüyor ki Şuayb (a.s) onları Allah'a
kulluk etmeye, insan haklarına saygılı olmaya, her türlü bozgunculuktan
uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye davet ediyordu. Fakat
Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlarını dinlemediler ve kötü
hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları,
Kur'an'da şöyle haber verilir.

"Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden
çoğunu anlamıyoruz, biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen
olmasaydı, seni mutlaka taşlarla(öldürür)dük! Senin bize karşı hiç bir
üstünlüğün yoktur!” (Hd 11/91).

Şuayb (a.s) onların bu taşkınlıklarına karşı nasihat ediyor ve onları büyük bir azap ile kokutuyordu:
(Şuayb onlara de ki): Ey kavmim, size göre
kabilem Allah'tan daha mı üstün ki, O'nu arkanıza atıp unuttunuz?
Şüphesiz Rabbim, yaptıklarınızı kuşatıcıdır. (Ondan bir şey gizli
kalmaz.)

Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı)
yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil
edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, ben de
sizinle beraber gözetmekteyim.”(Hd, 11/92-93)

Her türlü mücadelede, tebliğ ve nasihate
rağmen, Allah'ın emirlerini dinlemeyen, zulüm, taşkınlık ve kötülükte
ısrar eden Medyen halkı, azabı hak etmişti: Derken o (müthiş) sarsıntı
onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şuayb'ı
yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb'ı
yalanlayanlar... İşte ziyana uğrayanlar, onlar oldular” (el-A'raf,
7/91-92).

Medyen halkı, kfirlerin kaçınılmaz sonu olan
azaba maruz kaldıktan sonra Şuayb (a.s) onlara acımıştı. Bu durum,
Ku'an'da şöyle bildirilir:

(Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey
kavmim, ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt
verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!..” (el-A'raf, 7/93)

Buna göre, Allah'ın emirlerini dinlememede
ısrar eden ve bunun neticesinde Allah'ın azabı ile cezalandırılanlara
acımamak gerekir. Çünkü bu cezayı hak etmiş oluyorlar.

Şuayb (a.s) Medyenlilerle beraber, Eyke
halkına da peygamber olarak gönderilmişti. Onlarla da önemli
mücadelelerde bulundu. Onlarla olan mücadelesi ve onların isyankârlığı,
Kur'an'da şöyle özetlenmektedir.

Gerçekten Eyke halkı da zalim kimselerdi” (el-Haşr, 15/78).
Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı.
Şuayb, onlara demişti ki: (Allah'ın azabından) korunmaz mısınız? Ben
size gönderilen güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkun ve bana
itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim
yalnız alemlerin rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden
olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların haklarını kısmayın.
Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, Sizi ve önceki
nesilleri yaratan(Allah)tan korkun” (eş-Şuar,
26/176,177,178,179,180,181,182,183,184).

Eykeliler, Şuayb (a.s)'ın telkinlerine karşı
ters hareket ettiler. Söz dinlemeyip isyanda bulundular. Hatta,
Şuayb(a.s)'a hakaret ettiler. Onların bu isyanı, Kur'an'da şöyle dile
getirilir:

"Dediler: Sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen
de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz"
(eş-Şuarâ, 26/185, 186) .

Eykeliler bununla bile yetinmediler. Azab
isteyecek kadar, ileri gittiler: "Eğer doğrulardansan, o halde
üzerimize gökten parçalar düşür" (eş-Şuarâ, 26/187) diyerek Şuayb
(a.s)'a meydan okudular. Şuayb (a.s) onlara şöyle cevap verdi: "Rabbim,
yaptığınızı daha iyi bilir” (eş-Şuara, 26/188). Yüce Allah da, onlara
verilen azabı, şöyle haber veriyor: "O'nu yalanladılar. Nihâyet o gölge
gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı
idi. Muhakkak ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmazlar"
(eş-Şuarâ, 26/189, 190).

Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabı"
hakkında, müfessirler şöyle bir açıklamada bulunuyorlar: Eykeliler azab
isteyince, güneş yedi gün müthiş bir sıcaklığı yaydı. O sırada
gökyüzünde bir bulut belirdi ve serin bir rüzgar esti. Eyke'liler
bulutun gölgesinde toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve Eyke
halkı yeryüzünden silindi (el-Beydav, Envaru't-Tenzl, Mısır 1955, II,
84).

Medyen ve Eyke halkı Hz. Şuayb'ı dinlemediler
ve bunun neticesinde, yukarıda sunulan âyetlerde ifâde edildiği gibi
helâk oldular. Allah'ı dinlememenin, peygambere uymamanın ve yanlış
yollara sapmanın cezasını buldular. Şuayb (a.s), kendisine uyanlarla
birlikte Mekke'ye gidip yerleşti.

Orta boylu, buğday benizli biri olan Şuayb
(a.s), hayatının sonuna doğru gözlerini kaybetmişti, amâ olarak
yaşıyordu. Mekke'de vefât etti. Türbesinin, Kâbe'nin batısında,
Darünnedve ile Benu Semh kapısının arasında olduğu rivâyet edilir
(et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167; İbn Kuteybe, Kitabü'l-Maârif,
Beyrut 1970, s. 19: İbn Asakir, Tarih, Beyrut, 1979, VI, 322).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:05 pm

HZ. EYYÛB (a.s.)
Hz. Ibrahim soyundan gelen bir peygamber.

Eyyûb (a.s.)'dan Kur'an'da dört yerde bahsedilir ve sabir örnegi olarak
takdim edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd,
38/41). Tevrat'ta da "Eyûb" adiyla müstakil bir kitap, Hz. Eyyûb'un
kissasina tahsis edilmistir.

Islâm kaynaklarina göre Havrân bölgesinde yasayan ve çok zengin olup,
sayisiz mali-mülkü, birçok oglu kizi bulunan Eyyûb (a.s.), kendi
toplumuna peygamber olarak gönderilmistir. Sabah-aksam ümmeti ve
Allah'a ibâdetle mesgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihânina mârûz
kalmis, bütün servetini, çocuklarini kaybettigi gibi seytanin kendisine
musallat olmasi neticesinde kalbi ve dili hâriç bütün vücudunda
çibanlar çikmis, iltihapli yaralar açilmis, yaralarina kurtlar dolmus
ve vücudu bozulup kokmaya baslamisti. Bu durumda kocasina hizmete sebât
eden esi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanina yanasmadigindan
cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmis, fakat hiçbir zaman sabrini
ve Cenâb-i Hakk'a bagliligini kaybetmemistir. Farkli rivâyetlere göre
3, 7, 13 veya 18 sene gibi epey uzun süren bu sikintili dönemden sonra
sabriyla imtihâni kazanan Eyyûb (a.s.) Cenâb-i Hakk'in lütfu ve emriyle
ayagini yere vurmus, fiskiran su kaynagindan yikanip içerek eski
sihhati ve güzelligine kavusmustur. Ayrica kendisine yeniden birçok
servet ve çocuk da ihsân edilmistir.

Genellikle kabul edildigine göre bu imtihana ugradigi sirada yetmis
yasinda olan Hz. Eyyûb, sifâ bulduktan sonra yirmi yil daha yasamis,
diger bazi rivâyetlere göre ise hastaligindan önceki kadar daha ömür
sürmüstür. Kendisinden sonra Bisr adindaki bir oglu, kavmine
peygamberlik yapmistir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:05 pm

Hz. MÛSA (a.s)
Allah Teâlâ'nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'ı verdiği ve
yeryüzünde dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu'l-Azm*
peygamberlerden biri. Hz. İbrahim (a.s)'in soyundan olup,
İsrailoğullarının akidelerini islah etmek ve onları Allah Teâlâ'nın
dilediği nizama kavuşturmakla görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi
Kur'ân-ı Kerim'de uzun uzun anlatılmaktadır.
Hz. Adem (a.s)'den, Rasulullah (s.a.s)'e kadar pek çok peygamber
gelmiştir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ'ya
iman etmeye çağırmışlar; bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları
diyarlardan çıkarılmışlar; ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta
öldürülmüşlerdir.
Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafından İsrailoğulları'na gönderilmiş bir
rasul idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler
gibi kavmini Allah'a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık
iddiasında bulunan Firavun'a karşı tevhid yolunda mücahede etti. Bu
uğurda, bütün peygamberlerin karşısına çıkan güçlükler, onun da
karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan çıkarıldı, kâfirler tarafından
öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allah Teâla Kur'ân-ı Kerim'de bir
ayette Hz. Mûsa (a.s)'dan şöyle bahsediyor: "Kur'ân'da Musa'yı da an.
Çünkü o ihlâs sahibi idi ve İsrailoğulları'na gönderilmiş bir peygamber
idi"(Meryem, 19/51).
Hz. Musa (a.s)'nın Firavun ile olan kıssası, Kur'an'ın bazı sûrelerinde
çeşitli üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve
ordusunun Kızıldeniz'de boğulmaları olayından sonra, İsrailoğulları ile
ilgili kıssasına da genişçe yer verilmiştir.
Musa (a.s)'nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir
peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret
değildir. Bilâkis bu hak ile bâtıl'ın çatışması, Rahman'ın ordusu ile
şeytanın ordusunun kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile bâtıl
arasındaki bu savaş, insanoğlunun yaratılışından, insanları ıslah etmek
üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çıkmasından beri devam
edegelmektedir.
Sapıklık ve bâtıl, daima İblis ve onun ordusu tarafından temsil
edilmiş, imana, tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan
okumuştur. Fakat kazanan daima Hak olmuştur. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem
dünya hayatında, hem de meleklerin Şahid olacağı günde muzaffer
kılacağız" (el-Mü'min, 40/51).
Hz. Musa (a.s)'da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde
buldu. Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda
Allah Teâlâ'nın izniyle kazandı.
Hz. Musa (a.s)'nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı
Musa (a.s)'nın babası, İmran'dır Onun babası Yahser, onun da babası
Kahes'dir. Nesebi Yakub (a.s)'a ulaşır; ki, onun babası Hz. İshak
(a.s), onun da babası Hz. İbrahim (a.s)'dir. Musa (a.s)'nın yanında
gördüğümüz Harun (a.s) onun kardeşidir. Allah Teâla, Musa (a.s)'yı
Firavun'a, imana davet için gönderdiğinde, Hz. Harun (a.s)'u da ona
yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa (a.s) Allah
Teâla'ya şöyle dua ederek, kardeşi Harun (a.s)'u kendisine yardımcı
yapmasını istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver.
Kardeşim Harun'u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30).
Hz. Musa (a.s), Mısır'ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu
sırada, ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun,
İsrailoğulları halkına dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu
insanları zulümle kasıp kavuruyordu. İsrailoğulları, Kıpt kavminin
muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından bıkmışlardı. Mısır'da
yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin yurdu olan Kenan
illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her işinde istifade eden
Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en
akla gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; "Biz sana
Musa ve Firavun'un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için,
gerçek olarak okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır'da) başkaldırmış
ve ahalisini parçalara bölüp, kendisine bağlamıştı" (el-Kasas, 28/3-4)
buyuruluyor.
Firavun, saltanatı sırasında İsrailoğullarına çok kötü eziyetlerde
bulundu; onları köle yaptı, en çirkin ve adî işlerde çalıştırdı. Allah
Teâlâ, İsrailoğullarını bu sıkıntıdan, azgın Firavun'un şerrinden,
zulüm ve taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa (a.s)'yı gönderdi.
Sa'lebî, Kısas-ı Enbiya'sında İmam Suddî'den; Firavun'un bir rüya
gördüğünü, korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından
gelen bir ateş gördü. Bu ateş, Mısır'a kadar uzanıp, Firavun'un
evlerini yaktı. Fakat sadece Kıpti'lere zarar verdi, İsrailoğulları ise
kurtuldular. Uyanınca hemen kâhin ve müneccimlerden rüyayı tabir
etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "İsrailoğulları içinden bir çocuk
dünyaya gelecek, Mısırlıların helâkına ve senin krallığının yok
olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."
Bu haber üzerine telaşlanan Firavun, İsrailoğulların'dan doğan bütün
erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kur'ân-ı Kerim'de bu olay şöyle
anlatılıyor: "Firavun, memleketin başına geçti ve halkı fırkalara
ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını
boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi"
(el-Kasas 28/4).
İsrailoğulları arasında iş yapabilecek insanların azalması üzerine
Kıptîlerin ileri gelenleri Firavun'a giderek, "Eğer böyle öldürmeye
devam ederseniz, ileride bizim işlerimizi yapacak kimse bulamayacağız"
dediler. Firavun da erkek çocukların bir sene öldürülmesini, bir sene
de öldürülmemesini emretti. Erkek çocukların öldürülmediği sene Harun
(a.s) doğdu. Öldürüldükleri sene ise Musa (a.s)...
Musa (a.s) doğunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasını,
üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kur'an'da şöyle
anlatılıyor: "Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden
korktuğun zaman onu suya (Nil'e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz
onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik"
(el-Kasas, 28/7).
Musa (a.s)'nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir muhafaza
içerisinde suya bıraktı. Ablasına da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)'yı
taşıyan sandık, Allah'ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun'un
sarayına ulaştı. Yıkanmakta olan cariyeler, sandığı bulup Firavun'un
karısına götürdüler. Allah Teâlâ, Firavun'un karısı Asiye'nin kalbine
bu çocuğun sevgisini koydu. Firavun çocuğu görünce öldürmek istedi.
Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi. Çünkü hiç çocukları
olmuyordu. Kur'an-ı Kerim, bunu şöyle anlatıyor: "Firavun'un karısı:
Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize
faydalı olur, yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında işin farkında
değillerdi" (el-Kasas, 28/9).
Hz. Musa (a.s) acıkınca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt
emmek istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu şöyle zikrediyor: "Önceden, süt
annelerinin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası; "size,
sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim
mi?" dedi. Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun diye, ona geri
çevirdik. Fakat çoğu bilmezler" (el-Kasas, 28/12-13).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:06 pm

Musa (a.s) böylece annesine dönmüş oldu. Üstelik
Firavun'un sarayında büyüdü. Firavun ailesinin sevgisini kazandı. Allah
Teâlâ şöyle buyuruyor: "Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca ona
hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız"
(el-Kasas, 28/14).
Yetişip delikanlılık çağına gelen Musa (a.s) bir gün şehre indi. Öğle
üzeriydi. Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu.
Kur'ân-ı Kerim'de, şehirde geçen hadise şöyle anlatılıyor; "Musa,
halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre idi. Biri kendi
adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı dövüşür buldu. Kendi
tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun
düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir;
çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır" dedi. Musa, "Rabbim! doğrusu
kendime yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O,
şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdiğin
nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım " dedi.
Şehirde, korku içinde, etrafı gözeterek sabahladı. Dün kendisinden
yardım isteyen kimse, bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona:
"Doğrusu sen besbelli bir azgınsın " dedi. Musa, ikisinin de düşmanı
olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi
bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden değil, ancak
yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19).
İsraillinin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Musa
(a.s)'nın Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam
koşarak geldi ve kendisini öldüreceklerini söyledi.
"Musa korku ipinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. Rabbim! Beni
zalim milletten kurtar" dedi. Medyen e doğru yöneldiğinde: "Rabbimin
bana doğru yolu göstereceğini umarım ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22).
Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklaştı. Yanına yiyecek hiç bir şey de
almamıştı. Tam sekiz günlük yolu, ağaç yaprakları yiyerek aştı. Mısır
ile Medyen arası sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ'nın bu seçkin
kulu, aç ve bitap düşmüş olarak bu uzun mesafeyi katetti ve nihayet
Medyen'e ulaştı. Kur'ân-ı Kerim'de kıssa şöyle devam ediyor:
"Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu
buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü.
Onlara: "Derdiniz nedir?"dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız.
Babamız çok yaşlıdır (onun için bu işi biz yapıyoruz) " dediler. Musa
onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu
bana indireceğin hayra muhtacım" dedi" (el-Kasas, 28/23-24).
İbn-i Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye'de bu olayı şöyle anlatıyor: "Medyen
suyunda çobanlar koyunları suladıktan sonra, kuyunun ağzına büyük bir
kaya koyarlardı. Bu iki kadın da artan sularla koyunlarını sulamaya
çalışırlardı. Musa (a.s), kayayı kuyunun ağzından tek başına kaldırdı,
su çekti ve kadınların koyunlarını suladı. Sonra tekrar kayayı yerine
koydu. Bu kayayı ancak on kişi kaldırabilirdi. Musa (a.s) ise, on
kişinin halledebileceği bu işleri tek başına halletmişti. Kızlar
babalarına gidip Hz. Musa'yı ve yaptığı iyiliği anlattılar. Kur'an-ı
Kerim'de kıssa şöyle devam ediyor:
"O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana
sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince,
başından geçeni anlattı. O: "Korkma! Artık zâlim milletten
kurtuldun"dedi. İki kadından biri: "Babacığım, onu ücretli olarak tut.
Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır, dedi.
Kadınların babası bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan
birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o senden
bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek islemem. İnşallah beni iyi
kimselerden bulacaksın" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki
süreden hangisini doldurursam doldurayım, bir kötülüğe uğramayacağım.
Söylediklerimize Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28).
İbn-i Kesir şöyle diyor: "Kızların babasının kim olduğu hakkında görüş
ayrılığı vardır. Bunun Şuayb (a.s), olduğu hususunda kanaatler vardır.
Ulemanın çoğunluğu da bu görüştedir. Hasan Basri, Malik b. Enes'den
naklolunan bir rivayeti delil getirerek diyor ki: Hz. Şuayb kavmi helâk
olduktan sonra uzun bir ömür yaşamış, tâ ki Musa (a.s)'a ulaşmış ve
kızını ona nikâhlamıştır.
Hz. Şuayb (a.s)'ın kızıyla nikâhlandıktan sonra Musa (a.s), Medyen'de
kalıp, hanımının mehri olmak üzere on yıl koyun güttü. Bir rivayete
göre, Peygamberimize tam olarak ne kadar çalıştığı sorulmuş; o da on
sene olduğunu buyurmuştur. Buradan anlaşıldığı üzere, tam on yıl
çobanlık yapmıştır.
Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliğinin Bildirilmesi
Musa (a.s) Medyen'de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır'a
dönmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk
bir gecede yolu şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı.
Çakmak taşıyla bir şeyler tutuşturmaya çalıştı, başaramadı. Soğuk iyice
şiddetlendi. Kansı da hamileydi ve doğum zamanı da yaklaşmıştı. Musa
(a.s) ve ailesinin gerçekten yardıma ihtiyacı vardı. Kur'an-ı Kerim'de,
bu olay şöyle anlatılıyor: "Musa, süreyi doldurunca ailesiyle birlikte
yola çıktı. Tür tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir
ateş gördüm; belki oradan size bir haber veya tutuşmuş, bir odun
getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu yerdeki
vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! Şüphesiz ben âlemlerin
Rabbi olan Allah'ım " diye seslenildi. "Değneğini at!." Musa, değneğin
yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı.
"Ey Musa! Dön, gel. Korkma. Şüphesiz güvende olanlardansın" denildi.
"Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını
kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkânına karşı Rabbinin iki delîlidir.
Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim!
Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım.
Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni
destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni
yalanlamalarından korkarım" dedi, Allah: "Seni kardeşinle
destekleyeceğiz, ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el
uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün
geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35).
Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasında
geçen konuşma, daha ayrıntılı bir şekilde verilir. Şu ayetler Allah
Teâlâ'nın Musa (a.s)'yı rasul olarak görevlendirdiği zamanın
anlaşılmasında yardımcı oluyor: "Ben seni seçtim, artık vahyolunanı
dinle. Şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et,
Beni anmak için namaz kıl!" (Tâhâ, 20/13-14).
Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya şöyle buyuruyor: "Firavun'a
gidin; doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler
veya korkar" (Tâhâ, 20/43-44).
Allah Teâlâ'nın, Musa (a.s)'ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile
Firavun arasında amansız bir mücadele de başlamış oluyordu. Hak ile
bâtıl'ın amansız savaşı. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras
bıraktıkları tevhid mücadelesi...
Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ'nın bu emriyle Firavun'a gitti. Onu
güzellikle Allah'a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben
âlemlerin Rabbinin peygamberiyim! Bana Allah'a karşı ancak gerçeği
söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bir mucize getirdim,
İsrailoğulları'nı benimle beraber salıver" (el-A'raf, 7/104-105).
"Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her şeye ayrı
bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50).
Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)'yı zindana
atmakla tehdit etti. Musa (a.s)'da Firavun'a, belki iman eder diyerek,
ispat edici bir delil getirmek istedi. Asasını yere attı, kocaman bir
yılan oldu. Elini koynuna sokup çıkardı, gözleri kamaştıran bir güneş
parçası oluverdi. Musa (a.s)'nın gösterdiği bu mucizeler karşısında
Firavun gerçekten korkmuştu. Bunun üzerine o da sihirbazlarını
toplayıp, Musa'yı mağlup etmeyi kararlaştırdı. Ülkesindeki bütün ünlü
sihirbazları çağırttı ve onlardan Musa (a.s)'nın yaptıklarından daha
büyük bir sihir yapmalarını istedi. Onlarda hazırlandılar ve bir gün
kararlaştırdılar. O gün gelince de halkın gözleri önünde Musa (a.s) ile
yarışmaya başladılar.
"Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım"
dediler. Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya
koyunca, insanların gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük
bir sihir yaptılar. Biz de Musa'ya: "Asanı koyuver" dedik o da
koyuverdi. Hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. Hak tahakkuk
etti. Onların yaptıkları boşa gitti. İşte orada yenildiler, küçük
düştüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp: "Âlemlerin Rabbine, Musa ve
Harun'un Rabbine inandık" dediler" (el-A'râf, 7/115-122).
Sihirbazların iman etmeleri, Firavun'u çok kızdırdı. Onları öldürmekle
tehdit etti. İşte küfür, acizliğini bu olayla bir kere daha ortaya
koymuş oldu.
Gelişen bu olaylar, Firavun'u yola getireceği yerde, onu daha çok
azdırdı. Ve Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldırmadıkça rahata
kavuşamayacağına inanıp, bu arzusunu yerine getirmeye çalıştı. Musa
(a.s), Firavun ve kavmini, imana çağırmaya devam etti. Firavun inkâr
ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan, çekirge, haşarat, kurbağa, kan
gibi çeşitli azablar gönderdi. Ancak bunların hiç biri, Firavun ve
kavmini yola getirmedi.
Firavun, küfür ve inadında, ısrar ve Musa (a.s)'nın davetine de icabet
etmemeye devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya İsrailoğullarını bir
gece Mısır'dan çıkarıp Filistin diyarına götürmesini vahyetti. Bir gece
Musa ve kavmi şehirden çıkıp, Süveyş halici boyunca Kızıldeniz'e
yöneldiler. Firavun şehirde İsrailoğullarından hiç bir iz göremeyince,
kaçtıklarını anladı ve bütün ordusunu seferber ederek, peşlerine düştü.
Firavun ordusunun çok kalabalık olduğu rivayet edilmektedir. Firavun
iki gün sonra İsrailoğullarına yetişti. İsrailoğullarının önlerinde
geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarında kocaman bir ordu vardı.
İsrailoğulları "Yakalandık yâ Musa" diye yakınmaya başladılar. Kur'ân-ı
Kerim'de olay şöyle anlatılıyor: "Musa: "Hayır, Rabbim benimle
beraberdir, bana elbette yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa
ya: "Değneğinle denize vur" diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı,
her parçası yüce bir dağ gibiydi. İşte oraya geridekileri de
yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık"
(eş-Şuara, 26/62-65).
"Firavun, ordusuyla onları takib etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de ne alış!" (Tâhâ, 20/78).
Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle
anlatıyor; ve bir kavmi nasıl kurtardığını da. İşte Hak, Bâtıl'ın
tepesine böyle inip, onu ortadan kaldırabiliyor.
Firavun ordusu, bir tek kişi kalmamacasına yok oldu. Firavun ise,
ölümün geldiğini anlayınca iman ettiğini açıkladı: "Firavun boğulacağı
anda: "İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım,
artık ben de ona teslim olanlardanım" dedi. Ona: "Şimdi mi (inandın)?
Daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin"dendi" (Yunus, 10/90,
91).
Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beyti
Makdis'e yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp,
şiddetli bir susuzluğa kapıldılar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve
şikayette bulundular. Allah, Musa (a.s)'a, âsâsını taşa vurmasını
emretti. Vurunca taşın oniki yerinden su fışkırdı. Her Yahudi
kabilesine bir göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana kana içtiler,
susuzluklarını giderdiler. Allah Teâlâ İsrailoğullarına, gökten kudret
helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat İsrailoğullarının o
ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya
çıkardı. Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir
çeşit yemeğe dayanamayacağız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin
bitirdiği sebze, kabak, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin"
demiştiniz de, "hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek
istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz istediğiniz vardır"
demişti" (el-Bakara, 2/61).
Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa'ya, Filistin'e gitmeyi emretti. Orada
Heysanilerin kalıntıları ve Kenanlılardan meydana gelen zalim bir
topluluk ile karşılaştılar. Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu
zalimlerle savaşmalarını, ve onları bu mukaddes beldeden çıkarmalarını
emretti. Fakat, İsrailoğulları buna cesaret edemedi: "Ey Musa! "Onlar
orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın,
doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi" (el-Maide, 5/24).
Çünkü İsrailoğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya
alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek için savaşmak, bir
manâ taşımıyordu. Allah'da onları Tih çölüne attı ve yollarını
şaşırttı. Kavmine söz geçiremediğinden yakınan Musa'ya, Allah Teâlâ:
"Orası onlara kırk yıl haram kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın
dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış bir millet için tasalanma" dedi"
(el-Maide, 5/26).

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:06 pm

Hz. HARÛN (a.s)
Hz. Harûn (a.s), İsrailoğulları peygamber-lerinden, Hz. Musa (a.s)'ın
kardeşi. Hz. Yusuf'un vefatından sonra Mısır'da yaşayan İsrailoğulları
ve diğer insanlar, bir müddet onun gösterdiği yoldan yürüdüler; ancak
daha sonra hakikatı unuttular. Bu arada Mısır'ın idaresi Kıbtîlerin
eline geçti. Kıbtîler ise yıldızlara ve putlara tapıyorlardı.
Kıbtîler, İsrailoğullarını hor görmeye başladılar. Onları ağır, zor işlerde kullandılar.
İsrailoğulları çok kalabalık bir topluluk olup Hz. Yakub'un oğullarına
nisbetle on iki kola ayrılıyordu. Onlar Kıbtîlerin zulmünden kurtulmak
istiyorlardı. Dedelerinin ülkesi olan Kenân bölgesine gitmek için izin
istemelerine rağmen onlara izin verilmemekteydi.
Her dönemde olduğu gibi, o dönemin Firavun'u da zulmü temsil ediyor ve insanları eziyet altında inletiyordu.
İsrailoğullarının çoğalması Kıbtîleri ve onların hükümdarı Firavun'u
endişelendiriyordu. Onlar, İsrailoğullarının isyan ederek kendilerine
zarar vermesinden korkuyorlardı.
Firavun, bir gün kâhinlerini yanına topladı. Gelecekle ilgili onlardan
bilgi istedi. Kâhinlerden birisi Firavun'a İsrailoğullarından bir
çocuğun doğacağını ve saltanatına zarar vereceğini bildirdi. Firavun,
bunu duyar duymaz korktu ve tedbirler almaya başladı. Bunun için de
İsrailoğullarının doğacak erkek çocuklarının tamamının öldürülmesini
emretti.
Hz. Musa, bu dönemde doğdu ve öldürülmesin diye bir sandığın içine
bırakılarak nehre atıldı. Firavun'un sarayında büyüdü. Allah diledi ve
Musa'yı Firavun'un kucağında büyüttü.
Harun Peygamber, Hz. Musa'nın büyüğüdür. İsrailoğullarının erkek
çocuklarının öldürülmeye başlanıldığı dönemden önce dünyaya gelmiştir.
Hz. Hârun (a.s.); Musa (a.s.)'dan daha uzun boylu, daha etli, daha
beyaz tenli, daha geniş sırtlı olup açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu
idi. Alnında da bir ben vardı (Hâkim, el-Müstedrek, II, 577).
Harun peygamberle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de pek fazla bilgi yoktur. Bir âyette Hz. Musa ile birlikte zikredilmektedir.
Medyen'den dönerken Hz. Musa'ya Peygamberlik verildi. Peygamberlikle şereflendi.
Yüce Allah Hz. Musa'ya emretti: "Firavun'a git, çünkü o azdı" (Tâhâ, 20/24).
Musa Peygamber "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorunı" (eş-Şuarâ,
26/ 12), "Kalbim sıkılır, dilim açılmaz olur. Onun için Harun'a da
Peygamberlik ver" (eş-Şuarâ, 26/l3),
"Bir de onların aleyhimde de bir kısas davaları var, bu sebeple beni
öldürmelerinden korkarım" (eş-Şuarâ, 26/14), "Bana ailemden bir vezir
ver. Biraderim Harun'u. Onunla arkamı kuvvellendir. Onu içimde ortak
kıl. Ta ki seni çok çok tesbih edelim ve seni çok çok zikredelim.
Şüphesiz sen bizi hakkıyla görensin" (Tâhâ, 20/29-35) dedi.
Cenâb-ı Allah, Musa'nın bu duasını kabul etti. "Ey Musa! İstediğin sana
verildi" (Tâhâ, 20/36) buyuruldu. Böylece Harun'a da peygamberlik
verildi. "Firavun'a gidin, biz âlemlerin Rabbinin Peygamberleriyiz,
bizimle beraber İsrailoğullarını gönder" deyin " (eş-Şuarâ, 26/16-17)
buyuruldu.
Hz. Mûsa ve Hârun (a.s.) "Ey Rabbim! Doğrusu biz Firavun'un, bize karşı
aşırı gitmesinden, yahud taşkınlığını artırmasından endişe ediyoruz"
diye Allahu Teâla'ya dua ettiler. Yüce Allah: "Korkmayınız! Çünkü ben
sizinle beraberim. Ben (her şeyi) işitirim, görürüm! Hemen gidiniz ve
ona şöyle deyiniz. "Biz Rabbinin iki elçisiyiz, artık İsrailoğullarını
bizimle gönder. Onlara işkence etme! Biz sana Rabbinden, hakiki bir
âyet getirdik selam (ve selamet) doğruya tâbi olanlaradır. Bize, şu
hakikat vahy olundu ki: hiç şüphesiz azab yalanlayanların ve yüz
çevirenlerin üzerinedir" (Tâhâ, 20/45, 48) buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Musa ve Hârun geceleyin Firavun'un yanına gittiler.
Kapıyı çaldılar. Firavun kapının açılmasından dehşete düştü. Hz. Musa
ve Hârun, Firavun'a kendilerinin Rabbûlâlemin olan Allah'ın elçileri
olduklarını, kendisini dine davet etmek için geldiklerini söylediler.
Firavun "Ben sizin en yüce Rabbinizim " (en-Nâziât, 79/24) diyerek
onları reddetti.
Hz. Musa'ya vahyedildi. "Kullarımla geceleyin yola çık. Onlara denizde
kuru bir yol aç. Size yetişmelerinden korkma" (Tâhâ, 20/77) buyuruldu.
Bu iki peygamber İsrailoğullarını geceleyin yola çıkardılar. Bu
durumdan haberdar olan Firavun ve askerleri onları izledi. Hz. Musa,
Hârun ve İsrailoğulları, denizi geçerek kurtuldular. Firavun ve
askerleri de denizde boğuldular.
İsrailoğulları Tih sahrasına geldiler. Rızık olarak kendilerine kudret
helvası, bıldırcın kuşu verildi (el-Bakara, 2/57); onlar itirazlarını
sürdürdüler.
"Biz bir çeşit yemeğe dayanamayız. Bizim için Rabbına dua et de bize
toprağın bitirdiği sebzeden, acurdan, sarımsaktan, mercimekten ve
soğandan çıkarsın" (el-Bakara 2/61) dediler.
Musa peygamber, onlara öğütler de bulundu. Tûr dağına çağırıldığında ağabeyi Harun'u kendi yerine vekil bıraktı.
İsrailoğulları Mısır'dan çıkarken altınlarını, gümüşlerini de yanlarına
almışlardı. Hz. Musa (a.s)'ın Tur'a gitmesiyle İsrailoğullarının
münafıklarından Sâmiri bu altınları topladı ve bir kapta eriterek bir
buzağı yaptı. Gönüllerinde yatan putçuluğu bir türlü tepeleyemeyen bu
kavim buzağıya tapmaya başladı.
Hz. Hârun, onlara öğütlerde bulundu. "Ey kavmim! Bununla imtihan
edildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman olan Allah'tır. Gelin bana uyun
ve emrime itaat edin" (Tâhâ, 20/90) buyurdu. İsrailoğulları, Hz.
Hârun'u dinlemediler. "Musa, bize dönüp gelinceye kadar, biz o buzağıya
tapmaya devam edeceğiz" (Tâhâ, 20/91) dediler.
Hz. Musa (a.s), Tûr Dağı'ndan döndüğünde kavminin buzağıya tapmakta
olduğunu gördü. Buna çok üzüldü. Ağabeyine kızdı. "Ey Hârun! Onların
saptıklarını gördüğün zaman hana uymaktan seni alıkoyan nedir? Emrime
isyan mı ettin?" (Tâhâ, 20/92-93) dedi. Hârun Peygamberin yakasına
yapıştı.
Hârun Peygamber; Hz. Musa'ya İsrailoğullarının kendisini dinlemediğini anlattı. Musa peygamber öfkelendi ve Samiri'yi kovdu.
Allahu Teâla, Musa (a.s)'ya Hârun (a.s)'u vefat ettireceğini, onu dağa getirmesini bildirdi.
Musa (a.s), Hârun (a.s)'un elinden tutarak dağa çıktılar. Hârun
(a.s)'un Şibr ve Şibbîr adındaki oğulları da yanlarındaydılar. Dağın
üzerinde görülmemi:ş güzellikte bir ağaç, yapılmış bir ev, evin içinde
bir sedir, ve sedirin üstündeki yataktan misk gibi bir koku geliyordu.
Hz. Musa ile birlikte Hârun yatağın üstüne yattılar. Allahu Teâla Hârun
(a.s)'un ruhunu bu halde iken aldı, sonra ağaç kayboldu, ev ve sedir
semâya yükseldi. Hz. Musa, Hârun (a.s)'un cenaze namazını orada kılarak
onu dağa defnetti. Yahudiler bu dağa Tûr-u Hârun adını vermişlerdir
(Taberî, Tarih, I, 223).
Hârun (a.s)'un Tih çölündeki bu dağda vefat ettiğinde yüz on yedi,
yüzyirmi veya yediyüzyirmiüç yaşında olduğu söylenir (Yâkubî, Tarih, I,
41).
Hârun Peygamber uzun müddet yaşadı. Musa Peygamberle birlikte kavmine öğütlerde bulundu, kavminin nankörlüklerine göğüs gerdi.
Zaman geldi; Rabbine kavuştu, o da ölümü tattı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:06 pm

Hz. DAVUD (a.s.)
Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen İsrailoğulları peygamberlerinden biri.
Yahuda kabilesinden İsa (Yasa)'nın sekizinci oğludur.
İnsanoğlu yoldan çıkıp da bataklığa düştükçe,
yüce Allah, onlara peygamberler göndermiştir. Onlar bu peygamberler
vasıtasıyla uyarılmıştır. İsrailoğullarına da peygamberler
gönderilmiştir. Onlar, umumiyetle bu peygamberlere isyan hatta ihanet
etmişlerdir.

Hz. Musa'nın vefatından sonra, yine
İsrailoğulları isyanın karanlığına daldılar. Azgınlık yaparak Hz.
Musa'nın Allah'tan getirdiği akîdeyi terk etmeye başladılar. Cenâb-ı
Allah, onların üzerlerine başka bir kabîleyi musallat etti.

Hz. Musa'nın vefatından sonra
İsrailoğullarının idaresi Yuşa'ya kaldı. İsrailoğullarını çölden
çıkararak onları dedelerinin ülkesine yerleştirdi. Bu ülke, Hz.
Yakub'un yaşadığı Ken'an bölgesi olup, İsrailoğulları için mukaddes
ülke sayılır.

İsrailoğulları Hz. Musa'nın vefatından sonra
Filistin çevresine yerleşmiş bulunan Amâlika Kabilesi ile karşı karşıya
geldiler. İsrailoğulları Amâlika ile yaptıkları bir savaştan mağlup
çıktılar. Kendilerini toparlayarak yeniden bu düşman ile çarpışmak
istediler. Yüce Rabbimiz onların bu durumunu şöylece anlatmaktadır:
"İsrailoğullarından bir cemaat Musa'dan sonra peygamberlerine: "Bize
bir hükümdar gönder ki, Allah yolunda savaşalım" dediler. Peygamber.
"Size muharebe farz olunursa korkarım ki, savaşmazsınız" dedi. Onlar:
"-Niçin Allah yolunda savaşmayalım? Yurdumuzdan ve evlatlarımızın
yanından çıkarıldık" dediler. Onlara farz kılındığında, birazı müstesna
olmak üzere, savaştan yüz çevirdiler. " (el-Bakara, 2/246)

"Peygamberleri onlara: Allah, Teâlâ size
hükümdar olarak gönderdi dediğinde, onlar: O, bize nasıl hükümdar olur?
Biz hükümdarlığa ondan daha layıkız. Onun malı da çok değildir.
dediler. Peygamber. "Allah onu, sizin üzerinize namaz kıldı. Ona ilimde
ve cisimde fazlalık (üstünlük) verdi. Allah, mülkü dilediğine verir. "
(el-Bakara, 2/247).

İsrailoğulları tarafından kutsal kabul edilen
bir sandık vardı. Kur'ân-ı Kerim'de bu sandığa "Tâbût"* adı
verilmektedir. Amâlikalılarla yapılan savaş sonucunda bu sandık Câlût
(Golyat)'ın eline geçmişti. İsrailoğulları bunun acısını duyuyorlar,
fakat Tâlût'un da hükümdarlığına itiraz etmekten geri kalmıyorlardı.

"Peygamberleri onlara şöyle dedi: Onun
hükümdarlığına alamet; size, içinde Rabbiniz tarafından sekînet ve Musa
ailesi ile Harun ailesinin mirası bulunan Tâbût'u meleklerin yüklenip
getirmesidir. Eğer siz iman edenlerdenseniz, bunda sizin için ibret ve
mûcize vardır. " (el-Bakara, 2/248). Tâbût'un İsrailoğullarının eline
geçmesi onları yüreklendirdi. Yeniden toparlanarak Amâlika kabilesi
üzerine yürüdüler. Tâlût, İsrailoğullarına öğütte bulundu. Onlara
şöylece seslendi: "Allahu Teâlâ sizi bir nehir ile imtihan ediyor. O
nehirden içen benden değildir. Ondan eli ile ancak bir avuç içen
bendendir" dedi. Onların pek azı müstesna, diğerleri içti. Tâlût ile
iman edenler nehri geçtiklerinde: Bugün Câlût ve askerlerine karşı
duracak takat bizde yoktur dediler. Allah'a kavuşacaklarını bilenler.
Nice az bir topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile daha çok olana galip
gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir. ' dediler. " (el-Bakara,
2/249)

Amâlika ordularının başında Câlût (Golyat)
bulunuyordu. Câlüt'un ordusuyla karşı karşıya gelen mümin kitle şöyle
dua etti: "Ya Râb, üzerinize sabır ve sebat ihsan eyle, ayaklarımızı
sabit kıl ve kâfir kavme karşı bize yardım et. " (el-Bakara, 2/250)

Tâlût'un ordusunda Dâvûd (a.s.) bulunuyordu.
Dâvûd (a.s.), Hz. Yakub'un neslinden idi. İsrailoğullarından olan
Dâvûd, daha küçük yaşta bir delikanlı iken, hak davanın amansız
düşmanı, zorba ve güçlü ordulara sahip olan Câlût ile yaptığı
mücadeleyi kazanmış ve bu savaşta Câlût'u sapan taşıyla öldürmüştü. Bu
olayda Allah'a tevekkül eden müminlerin zalimleri nasıl yendiği
gösterilmektedir.

Câlût, zalim zengin ve korkunç bir
hükümdardı. Onun açıkça belli olan büyük üstünlüğü vardı. Fakat Allahu
Teâlâ, o zaman işlerin yalnız zahiriyle meydana gelmeyip, gerçek
anlamıyla vukû bulduğunu göstermek istedi. İşlerin hakikatini sadece O
bilir. Her şeyin ölçüsü yalnız O'nun elindedir. Aslında insanlara güçlü
görünenin zayıf, zayıf görünenin de Allah'ın yardımıyla güçlü olduğu
ölçüsü Allahu Teâlâ'ya aittir. İnsanlar ise vazifelerini yerine
getirmek, Allah'u Teâlâ' ya verdikleri ahitlerini ifa etmekle
yükümlüdürler. Bundan sonra Allah'ın istediği şeyler istediği şekilde
olur. İnsanlara, kendilerini korkutan zâlimlerin zayıf, çok zayıf
olduklarını, Allah onların ölmesini istediği zaman küçücük
delikanlıların bile mağlup edebileceğini göstermek için bu zalim
diktatörün ölümünü, daha genç bir bir delikanlı iken Hz. Dâvûd'un eline
verdi. Burada Allah'u Teâlâ'nın tahakkukunu istediği gizli başka
hikmetler de vardı. Allah, Tâlût'dan sonra mülkü Hz. Dâvûd'un almasını
ve onun yerine oğlu Süleyman (a.s.)'ı varis kılmayı istedi. Bu sebeple
Hz. Dâvûd (a.s.)'ın gücü, Câlût'u öldürmesiyle gösterilmiş oluyordu.

"Allah'ın izniyle, onları hemen hezimete
uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi.
Dilemekte olduğu şeylerden de ona öğretti." (el-Bakara, 2/251).

Câlût'un öldürülmesiyle Amâlikalılar bozguna
uğradılar, darmadağın oldular. Bu olaydan sonra halk, Hz. Dâvûd
(a.s.)'a daha çok sevgi ve saygı göstermeye başladı.

Tâlût'un ölümünden sonra yerine Dâvûd (a.s.)
geçti. Ona hem yönetim, hem peygamberlik verildi; "...Dâvûd'a dağları
ve kuşları boyun eğdirdik. Onunla beraber tesbih ediyorlardı. Biz
(bunları) yaparız." "Ona, sizi savaşın Şiddetinden korumak için zırh
yapmayı öğretmiştik. Ama siz, şükrediyor musunuz ki?" (el-Enbiya,
21/78, 80)

"Andolsun Dâvûd'a tarafımızdan bir üstünlük
verdik. Ey dağlar, onunla beraber tesbih edin ve ey kuşlar (siz de). Ve
ona demiri yumuşattık.", "Geniş zırhlar yap, dokumasını ölçülü yap ve
(hepiniz) iyi işler yapın. Çünkü ben, yaptıklarınızı görmekteyim. diye
vahyettik." (Sebe, 34/10-11). Hz. Dâvûd (a.s.) hakkında Kur'ân-ı
Kerim'den gelen rivâyetler; Dâvûd'un çok güzel bir sesi olduğunu,
kendisine verilen Zebur'u okumaya başlayınca, dağların ve kuşların onu
dinlemek üzere etrafında toplandıklarını bildirmektedir. Zebur dört
büyük semâvî kitaptan birisi olup, yüzelli sûreden ibarettir. Bu kitap,
şer'î hükümleri taşımadığı için Hz. Dâvûd, Hz. Musa'nın şerîatı ile
hükmetmiştir.

Yahudi kaynaklarında Hz. Dâvûd'un, Mizmar
denen bir musiki âleti çaldığı kayıtlıdır. Kur'ân'da da: "(Her
taraftan) gelen kuşlar da ona icabet ederler, hepsi onun nağmesine
katılırlardı ", "Onun mülkünü kuvvetlendirmiştik. Kendisine hikmet ve
açık konuşma, güzel konuşma vermiştik. " (Sad, 38/19-20) buyuran Allah,
aynı sûrenin 21. âyetinde, Hz. Dâvûd (a.s.) zamanında olan bir hâdiseyi
de, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e şöyle haber vermiştir: "Dâvûd'un yanına
gelmişlerdi de, onlardan korkmuştu. Korkma dediler, Biz, iki davacıyız.
Birimiz ötekinin hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet.
Zulmetme. Bizi yolun ortasına (adalete) götür. " (Sad, 38/22)

Kur'ân'da anlatıldığına göre bunlar iki
kardeştiler. Birisinin doksandokuz koyunu, ötekinin bir tek koyunu
vardı. Böyle iken doksandokuz koyunu olan öteki kardeşinin tek koyununu
ister, aralarında tartışma çıkar. Tek koyunu olanı bu tartışmayı
kaybeder. Hz. Dâvûd (a.s.)'a müracaat ederler. O, davacı olanlardan
birini dinler, ötekini dinlemeden hükmünü verir. Bunu da Allah'u
Teâlâ'nın kendisini imtihanı sanır. Ancak bu yaptığı hareket sebebiyle
Allah'dan mağfiret dileyip secdeye kapanır, tövbe eder. Allah, onu
affettiğini bildirir ve ona şu vahyi indirir: "Ey Dâvud, biz seni
yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar
arasında adaletle hükmet, keyfine uyma. Sonra seni Allah yolundan
saptırır. Allah'ın yolundan sapanlara, Allah'ın hesap gününü
unuttuklarından dolayı, çetin bir azap vardır. " (Sad, 38/26)

İsrailoğulları, Hz. Dâvûd zamanında en parlak
dönemlerini yaşamışlardır. Dâvûd (a.s.) Kudüs'ü fethetmiş, kendisine
başkent yapmıştı.

Hz. Dâvûd, hem hükümdar, hem peygamberdi. Bir
nimet olarak bu iki özellik ona verilmişti. O, İsrailoğullarını kırk
yıl yönetti ve Rabbine kavuştu. Hz. Dâvud (a.s.)'ın yerine oğlu Hz.
Süleyman (a.s.) geçti ve ona da peygamberlik geldi. Hz. Dâvûd, bir gün
oruç tutar, bir gün yerdi.

Abdullah b. Amr'dan rivâyetle, Abdullah, her
gün gündüzleri oruç tutar, geceleri de (nâfile) namaz kılardı. Onun bu
durumu Rasûlullah'a bildirildiğinde Hz. Peygamber onu çağırdı ve şöyle
buyurdu: "Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. İşte bu Dâvûd (a.s.)'ın
orucudur."

Bir başka rivayette ise, Rasûlullah (s.a.s.)
şöyle buyurmuştur: "Allah'u Teâlâ ya en sevimli oruç, Dâvûd (a.s.)'ın
orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah'a en
sevimli namaz da Dâvûd namazı idi. O, her gecenin yarısında uyur. Üçte
birinde (nafile) namaz kılardı. Altıda birinde de yine uyurdu."
(Müslim, Siyam, 183; Nesâî, Siyam, 69).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:07 pm

Hz. SÜLEYMAN (a.s)

İbrânice Şlomo (Salomon). Hz. Davud'un oğlu,
O'ndan hemen sonra İsrail oğullarının peygamberi "akl-ı selim" ve
"nazik" manalarına gelen "selim"in eş anlamlısı.

Kitab-ı Mukaddes'e göre Hz. Süleyman,
israiloğullarının icraatlar yapmış büyük peygamber ve hükümdardır.
Kur'ân-ı Kerim, Hz. Süleyman'ın bir İsrailoğulları peygamberi olduğunu
açıklarken; Hıristiyanların mukaddes kitabı İncile göre O, bir İsrail
kralıdır. Devrinin en önemli hadisesi, Ken'anlıların kesin olarak itaat
altına alınmasıdır. Bundan ayrı olarak Hz. Süleyman memleketini 12
eyalete ayırarak her birine birer vali tayin etmiş; böylece ülkenin
daha iyi idaresini sağlamıştır. 12 eyalet olmasının sebebi her bölgeye
yılda bir ay devlete karşı mükellefiyetler koymasındandır.

Hz. Süleyman, saltanatlı ve azametli bir
peygamberdir. O'nun krallığı bu günkü Filistin, Ürdün'ün tamamı ve
Suriye'nin bir kısmını içine almakta idi. Hz. Süleyman'ın eserleri
arasında, memleketin savunması için inşa ettirdiklerini ilk sırada
saymak lâzımdır. Asker sevki için seçilen kilit noktalarda yaptırılan
istihkâmlar bu bakımdan çok önemlidir.

Hz. Süleyman'ın en mühim eseri , Siyon
dağı'na inşa ettirdiği Mâbed'tir. Babası Hz. Davud zamanında aynı yerde
yalnız bir çadır vardı ve bu çadıra Tâbutül-ahd (Ahid sandığı)
konulmuştu. Süleyman Mâbedi veya sadece Mâbed denilen yapının bugün
temel duvarlarından bir bölümü kalmıştır. Ağlama duvarı olarak
isimlendirilen kısım da bu temeldir. Süleyman Mâbed'i, Yahudi,
Hıristiyan ve Müslümanlarca mukaddes sayılmaktadır. Hz. Süleyman, Sur
kralı Hiram ve Mısır Firavunuyla dostluk kurduğu için, her iki ülke ile
ticari ve kültürel münasebetlere girişmiştir. Böylece yabancı kültür ve
müesseseler israiloğulları arasına da girmeğe başlamıştır. Nitekim o
tarihten sonra Kudüs'te hem yabancı mallar satılmaya başlanmış; hem de
yabancı hükümdarlar Hz. Süleyman'ı ziyarete gelmişlerdir. Bu konuyu
vurgulayan Kitab-ı Mukaddes (Tevrat, I. Krallar, X, 22). Hz.
Süleyman'ın büyük bir deniz ticaret filosu kurduğunu zikreder.

İsrailoğulları Hz. Süleyman zamanında sosyal
ve medenî açıdan en üst düzeyde bir gelişme sergilemişlerdir.
Tarihçiler Hz. Süleymanı âlim, imarcı ve saltanat seven bir kişi olarak
tasvir eder (A. Refik, Tarih-i Umumi, İstanbul 1328, I, 266). Hz.
Süleyman, babasından devraldığı büyük devleti daha da güçlendirerek,
idaresi altındaki bütün toprakları askerî açıdan kontrol altına almayı
başarmıştır.

Hz. Süleyman'ın hayatı ve faaliyetleriyle
ilgili bilgileri daha çok Tevrat ve Kur'ân'da bulmaktayız. Kur'ân-ı
Kerim dışındaki kaynaklarda O'nun hayatı hakkında efsanevî nakillere
rastlanmaktadır. Gerçek bilgilerle bu esâtirî nakilleri birbirinden
ayırmak oldukça zordur.

Hz. Süleyman, tahta çıkar çıkmaz öncelikle
kendisine karşı olanları etkisiz hale getirmiş; yakın dostları ve
güvendiği kişilere askerî, idarî ve dinî görevler vermiştir. Hz.
Süleyman'ın kurduğu devletin temeli daha ziyade ticarete dayanmaktadır.
Bundan dolayıdır ki, çevresindeki devletlerden bazıları O'nunla ticaret
ortaklıkları kurmuşlardır. Hz. Süleyman özellikle başkent Kudüs için
büyük çapta harcamalara girişmiş; burada bir sur, Millo adı verilen bir
bina ve meşhur Kudüs Mâbedi'ni yaptırmıştır. Bu Mâbet zamanla
Yahudiliğin ve ilk dönem Hıristiyanlığının tek dinî merkezi durumuna
gelerek, fiziki yapısının ötesinde bir önem kazanmıştır. Diğer taraftan
Hz. Süleyman zamanında gelişen milletler arası ticaret ağı,
İsrailoğulları arasında fikrî ve dini açıdan evrensellik anlayışının
doğmasını sağlamıştır (Bertholet, Wörterbuch der Religionen, Stuttgart
1962, s. 482).

Hz. Süleyman'ın hakîm ve şair yönü de
meşhurdur. Kitab-ı Mukaddes (Tevrat)'de 31 babtan meydana gelen
Süleyman'ın Meselleri'nin O'na ait olduğu Yahudi kaynaklarında
zikredilir. Bu bölümde Hz. Süleyman'ın hikmetli sözlerinden örnekler
bulunmaktadır: "Rab korkusu bilginin başlangıcıdır"; "Sefihler ise
hikmet ve terbiyeyi hor görürler" (I. bab, 7. cümle). Bunun yanı sıra,
yine Kitab-ı Mukaddes (Tevrat)'de 8 babtan meydana gelen ve O'nun
yazdığı iddia edilen Neşidelerin Neşidesi bölümünde, bir peygambere hiç
de yakışmayacak aşk ve harem hayatından bahseden cümleler vardır.
Bunlar da Tevrat'ın tahrife uğradığını açık seçik göstermektedir.
Neşidelerin Neşidesi baştan sona okununca bu cümlelerin bir peygamber
ağzından çıkmayacağını dindar yahudiler dahi kolayca kabul edebilir.
Saydıklarımızdan ayrı olarak Yahudi mezheplerinden Ferisiliği
desteklemek için Süleyman'ın Mezmurları adıyla uydurulmuş 18 Mezmur
daha vardır. Bunlar Tevrat'a alınmamıştır. Tevrat'taki Mezmurlar O'nun
babası Hz. Davud'undur.

Hıristiyan literatüründe Hz. İsa'nın "Davud
oğlu" diye anılması, O'nun yalnızca Hz. Davud neslinden geldiğini
belirtmek için değildir. Hz. İsa'nın aynı zamanda, Hz. Süleyman gibi
insanlar ve cinlere hükmeden gerçek bir "Davud oğlu Süleyman" olduğunu
vurgulamak içindir (Ana Brit. XX,169). Arap tarihçileri Hz. Süleyman'ın
ihtişamlı şahsiyetini, O'nun sihir ve kehanetteki fevkalâde
üstünlüklerini, en karmaşık problemleri keskin zekâsıyla çözüşünü vb.
fetanetini anlatmak için müstakil eserler yazmışlardır. Kur'ân-ı Kerim
ve İslâm kaynaklarının Hz. Süleyman hakkında verdiği bilgiler Divan
edebiyatına da ilham kaynağı olmuştur. Süleymannâme ve Kitab-ı
Süleyman, O'nun dini destanî hayatını konu edinen değerli eserlerden
sadece ikisidir.

Arap ve Süryani yazılarının icadını Hz.
Süleyman'a isnat edenler bulunduğu gibi; Arapça bir çok sihir kitabını
O'nun yazdığını iddia edenler de vardır. Hz. Süleyman'la ilgili
efsanelerdeki İran tesiri, O'nun Çemşid'le mukayese edilmesine zemin
hazırlamıştır (J. Walker, XI,174). Hz. Süleyman'ın mezarı belli
değildir. Ancak Kubbetü's-sahrâ (Kudüs) veya Taberiye gölü yakınında
bulunduğunu bazı eserler zikretmektedir.

Hz. Süleyman'la ilgili en sağlam bilgiler
şüphesiz Kur'ân-ı Kerim'de mevcuttur. Kur'ân'da, Hz. Süleyman'ın ismi
çok geçer. Kur'ân O'ndan Allah'ın gerçek bir rasulû, bir nebi ve
peygamberlerin bir numunesi olarak söz ederken, kendisine has
meziyetlerini de açıklar. Cenab-ı Hakk'ın zaman ve şartlar gereği her
peygamberine ihsan ettiği mucizelerden farklı olarak Hz. Süleyman'a da
verdiği bir takım mucizeleri vardır. Kur'ân, öncelikle Hz. Süleyman'ın
asla kâfir olmadığını (el-Bakara, 2/102) vurgulamakta ve Allah'ın O'na
vahyettiğini açıklamaktadır (en-Nisa, 4/163). Kur'ân'ın bir diğer
ayetinde (el-En'am, 6/84). Hz. Süleyman'ın hidayet ve nübüvvete
kavuşturulduğu; adaleti tatbik konusunda babasını dahi geçtiği
(el-Enbiya, 21/78, 79); kendisine ilim verildiği (en-Neml, 27/15);
kuşların dilini anladığı (en-Neml, 27/16); cinlerden, insanlardan ve
kuşlardan ordular topladığı (en-Neml, 27/17) bildirilmektedir. Hz.
Süleyman'ın en önemli hizmetlerinden biri, Sebâ Melikesinin O'nun
maiyyetinde müslüman oluşudur (en-Neml, 27/44). Rüzgârın Hz.
Süleyman'ın emrine verildiği; erimiş bakır madenlerinin O'nun için sel
gibi akıtıldığı; cinlerden bir kısmının O'nun emrinde çalıştığı
(es-Sebe', 34/12) yine Kur'ân'dan öğrendiğimiz hususlardır. Hz.
Süleyman'ın daima Allah'a yöneldiğini (Sa'd, 38/30); imtihan edilmesi
üzerine Rabbından bağışlanma dileğinde bulunduğunu ve kimsenin
ulaşamayacağı bir hükümranlığı Rabbından istediğini (Sa'd, 38/34-35)
Kur'ân bize haber vermektedir.

Kur'ân-ı Kerim'den hayat hikâyesini oldukça
ayrıntılı bir şekilde öğrendiğimiz Hz. Süleymanın, özellikle Tevrat ve
Yahudi kaynaklarında farklı anlatılışı dikkat çekmektedir. Kur'ân-ı
Kerim Hz. Süleyman'ın bu yük saltanat ve güçlerini büyülerle elde
ettiği yolundaki Tevrat (I Krallar ve II. Krallar)'dan kaynaklanan
isnadı şiddetle reddeder. Bir diğer husus da şudur: Hz. Davud ve oğlu
Hz. Süleyman, bir kavmin çobansız kalan sürüsünün geceleyin başkasına
ait bir arazide yayılması üzerine, ortaya çıkan zararla ilgili olarak
hüküm vermek durumunda kalmışlardır. Bu meselede Hz. Süleyman'ın hükmü
babasının verdiği hükümden daha isabetli olmuştur. Bu önemli hadiseye
Kitab-ı Mukaddes ve Yahudi kaynakları yer vermediği halde; bu konuda da
doyurucu bilgileri ancak Kur'ân tefsirlerinden almaktayız.

Yine Kur'ân-ı Kerim, Hz. Süleyman'ın
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular topladığını (en-Neml,
27/17) açıkladığı halde, gerek Tevrat, gerekse İncil bu konuya hiç
temas etmemiştir. Kur'ân dışında hadiseyi ayrıntılı bir şekilde ancak
Talmud ve hahamlara ait rivayetler ele almıştır. Ayni şekilde Hz.
Süleyman'a kuş ve hayvan dillerinin öğretilmiş olduğuna dair Kitab-ı
Mukaddes'te bilgi bulunmamasına karşılık Kur'ân-ı Kerim önemine binaen
bu meselede bizleri bil gilendirmiştir. Biraz farklı olmakla beraber bu
konuda İsrail kaynaklı eserlerde (Yahudi Ansk. XI, 439 vd. ) bilgi
bulunmaktadır.

Hz. Süleyman adının geçtiği her yerde, Sebâ
Melikesinin adı da hemen hatırlanmaktadır. Bilindiği gibi Yemen'deki
Sebâ devleti, melike Belkıs tarafından idare edilmektedir. Belkıs'ın
müslüman oluşu Hz. Süleyman'ın, Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
başlayan mektubuyla gerçekleşmiştir. Hz. Süleyman'la Sebâ Melikesi
arasında geçen kıssa Kur'ân-ı Kerim (en-Neml, 27/20-44), Tevrat (II.
Tarihler, IX,1-12) ve İncil (Matta, XII, 42; Luka, XI, 31)'de çeşitli
şekillerde zikredilmiştir. Ancak bu kıssanın Yahudi şifâhî
rivayetlerinde geçen şekliyle Kur'ân'daki anlatılışı arasında büyük bir
benzerlik tesbit edilmektedir (Mevdudi, Tefhim, (Türk. çev.) İstanbul
1987, IV,103). Ancak Hz. Süleyman ile çağdaş olan Sebe kraliçesinin
Belkıs olup olmadığı değildir. Zira Milattan sonra 250'li yıllarda
yaşayan ve adı Belkıs olan bir Himyeri Kraliçesi bilinmektedir.
Müfessirlerin yakın tarihte ismi bilinen Belkıs ile Hz. Süleyman'ın
çağdaşı olup, ismi bilinmeyen kraliçeyi barıştırmış oldukları
görülmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:07 pm

HZ. ELYESA' (a.s.)
İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerden biri.
Elyesa' (a.s.)'ın ismi Kur'an'da iki defa
geçmekte (el-En'âm, 6/86 ve Sid, 38/48). Ahd-i Atık'te de Elîşa'
seklinde zikredilmektedir (Ahd-i-Atık, I. Kırallar, XIX, 16, 17, 19).
İslâm kaynakları ondan Elyesa' b. Uhtûb ismiyle bahsederler.

Elyesa' (a.s.), küçüklüğünde kötürüm bir
vaziyetteydi. O sırada İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. İlyâs, bir
gün yahudilerin azgınlığından kaçarak dul bir kadın olan Elyesa'ın
annesinin evine sığınmış, kendisini koruyan bu kadının kötürüm oğluna
yaptığı dua kabul olunarak Elyesa' sıhhatine kavuşmuştu. Bunun üzerine
Elyesa', Hz. İlyâs'a iman edip ona tâbı oldu, hizmetinde bulundu, her
gittiği yere onunla birlikte gitti.

Hz. İlyâs'tan sonra İsrailoğullarının ıslâhı
ile meşgul olan, onlara va'z ve nasihatlerde bulunan Elyesa' (a.s.)
Cenâb-ı Hak tarafından peygamberlikle görevlendirildi. Hz. Elyesa', hak
dini tebliğ görevini var gücüyle yerine getirmeye çalışmasına rağmen
İsrâiloğulları günden güne azıtıyorlardı.

Tevhîd düşüncesini yerleştirdikten sonra
ruhunun alınmasını niyâz eden Elyesa' (a.s.)'ın bu duası kabul olundu
ve o, yerine halef olarak Zü'l-Kifl (a.s.)'ı bırakarak vefât etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:07 pm

Hz. ZÜLKİFL (a.s)
Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biri.
Kur'ân'da iki yerde kendisinden
bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi.
Onları rahmetimize soktuk. Şüphesiz onlar salih olanlardandı"
(el-Enbiyâ, 21/85, 86).

Âyette geçen "Zülkifl" adı değil lakabıdır ve
"nasib ve kısmet sahibi" anlamına gelir. Fakat burada dünyevî
zenginliği değil, onun üstün kişiliğini ve âhiretteki derecesini
kastetmek için kullanılmıştır. Onun gerçek adı hakkında çok farklı
rivayetler vardır. Yahudiler O'nun, İsrailoğullarının esâreti sırasında
peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir
bölgede yapan Hereksel olduğunu iddia etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı
da onun Eyyub (a.s)'ın kendisinden sonra peygamber olan Bişr adındaki
oğlu olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu görüşlerin hiç biri kesinlik
derecesine sahip değildir.

Zülkifl (a.s)'ın peygamber olmadığı
söyleyenler olmuşsa da, âlimlerin ekseriyetine göre peygamberdir ve
makbul olan görüş de budur (el-Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân,
Kahire 1967, XI, 327 vd.; el-Alusî, Ruhu'l-Meânî, Beyrut t.y., XVII,
82; el-Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'ân, İstanbul 1991, III, 327).

Yüce Allah Eyyûb (a.s)'in kıssasını
arzettikten sonra, peygamberlerinden bazılarını anmış ve onları
övmüştür. İnsanları tevhide çağıran, Allah'ın sevgi ve övgülerini
kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl (a.s)'dir. Bu konudaki
âyetlerin meâli şöyledir:

"Kuvvetli ve basiretli kullarınız İbrahim'i,
İshâk'ı ve Yâkub'u da an. Biz onları ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle
temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık. Onlar bizim yanımızda
seçkinlerden, hayırlılardandır. İsmâil'i, Elyesâ'ı, Zülkifl'i de an.
Hepsi de iyilerdendir" (Sad, 38/45, 46, 47, 48).

Taberî'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl
(a.s) Şam'da otururdu. Oradaki halkı Allah'a inanmaya, O'na ibadet
etmeye ve dürüst bir şekilde yaşamaya çağırdı ve orada vefât etti
(et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:07 pm

Hz. YÛNUS (a.s)
Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.
Soyu, Bünyamin vasıtasıyla Ya'kûb (a.s)'a ve
onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a dayanmaktadır. Bazı alimlerin
naklettiğine göre, İsa (a.s) annesinin adıyla İsa b. Meryem diye
anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta diye
anılmaktadır. (İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55).
Buhârî'nin verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta,
Yûnus (a.s)'ın annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s),
Yûnûs b. Matta diye anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî,
Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhî, trc: Kamil
Miras, Ankara, 1971, IX, 152).

Yûnus (a.s)'ın Ya'kub (a.s)'ın torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber veriliştir:
"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere
vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e,
İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a,
Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik" (en-Nisâ,
4/163).

Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s),
Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)'da Yunus (a.s) ile aynı
soydan, Yakub (a.s)'ın torunlarındandırlar.

Yûnus (a.s)'ın nüfusu yüz bini aşkın bir
şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak
gönderildiği, Kur'ân'da şöyle geçmektedir:

"Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147).
O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin
Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin
kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin
insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler.
Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara,
küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve
birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahşerî,
el-Keşşâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).

Yûnus (a.s)'ın adı, Kur'ân'ın çeşitli
yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki sûrelerden birine isim olarak
verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus sûresidir.

Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a
imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve
peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kişi ona imân
etti (İbn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi
Sarih Tercümesi, IX, 152).

Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve
imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'ın zoruna gitti. Yüce Allah onun bu
kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terketmeye kalkışmasını
şöyle haber vermiştir:

"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir
halde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı
zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka hiç bir ilâh
yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye
niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).

Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye
bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi demektir. Kur'ân'ın başka bir
yerinde de, Yûnus (a.s) bu lakabla anılmıştır:

"Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık
sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o dertli dertli Rabbine niyaz etmişti"
(el-Kalem, 68/48).

Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus
(a.s)'ın sabretmemesine, Allah'ın emri olmadan milletini terketmeye
kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali üzerine, Yüce Allah şöyle
buyurmuştu:

"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkâf, 46/35).
Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'ın
ayrılmaya kalkışması, iyi netice vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için
bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz tutması üzerine, hafiflemesi
için yolculardan birinin suya atılması gerekti. Kimin suya atılacağını
tesbit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet etti. Bu durum
kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

"Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat, 37/141).
İşin daha acısı, Yûnus (a.s) denize
atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu. Yüce Allah Kur'ân'da onun bu
durumunu şöyle haber vermiştir:

"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için) kendisi kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).
Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın karnındaki karanlıklarda:
"Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden
uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua
etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu şekilde imân ve inançla
Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti (el-Maverdî,
en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'ın
duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandığı, Kur'ân'da
şöyle dile getirilmiştir:

"Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, insanları böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).
"Eğer tesbih edenlerden olmasaydı,
(insanların) yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı"
(es-Saffat, 37/143, 144).

Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın
karnındaki Yûnus (a.s)'ı öldürmedi. Bir süre sonra balık onu ağzı ile
sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki hafi, Kur'ân'da şöyle
haber verilmiştir:

"(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih
etti), biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve
üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik"
(es-Saffat, 37/145, 146).

Yûnus (a.s)'ın Allah tarafından affedilmesi
ve büyük bir tehlikeden kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile
getirilmiştir:

"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi
(Yûnus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti.
Eğer Rabb'inden ona bir nimet yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere
atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i onun duasını kabul etti de onu
salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).

Yûnus (a.s)'ı bu sıkıntılardan kurtaran Yüce
Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda
Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar. Onların tevbe edip hakka
dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:

"İnandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).
Yûnus (a.s)'ın milletinin bu şekilde tevbe
etmeleri, küfürden dönüp Allah'a inanmaları, Allah tarafından övülmüş,
methedilmiştir:

"Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da,
inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı! (Azabı gördükten
sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un
kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya hayatında onlardan
rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık" (Yûnus,
10/98).

Yûnus (a.s)'ın faziletli bir insan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:
"İsmâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler" (el-En'âm, 6/86).
Hz. Muhammed (s.a.v) de onu şöyle övmüştür:
"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî, Tefsiru süre 6, 4).
Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi,
insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve Allah'a imân etmeye davet
etmiştir. İnanan insanlar için, onun hayatından alınacak çeşitli
ibretler vardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:08 pm

Hz. ZEKERİYYA (a.s)
Kur'ân'da adı gelen peygamberlerden biri.
Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadır. Kur'ân'da anılan duâlarından (Meryem,
16/6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra Yâkub (a.s)'a varmaktadır
(el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 82; er-Razî,
Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937, V, 769).

Zekeriyya (a.s) İsrâiloğullarının peygamberi
olduğu gibi, aynı zamanda onların bilgini, reisi ve müşaviri yani
danışmanı idi (es-Sa'l-ebî, el-Arais, 1951, 372).

Onun hakkında çeşitli âyet ve hadisler
vardır. Ebû Hureyre'nin naklettiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.s);"
"Zekeriyya (a.s) marangoz idi"(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Mısır, 1954,
II, 405) diyerek O'nun elinin emeği ile geçinen bir sanat ehli olduğunu
haber vermiştir.

Zekeriyya (a.s)'ın hanımı İsa (a.s)'ın annesi
Meryem'in teyzesi İşâ idi. Zekeriyya (a.s) da, Meryem'e bakmakla meşgul
oluyordu. O'na Beyt-i Makdis'te bir yer yapmıştı. O'nun odasına her
girdiğinde, yanında kış mevsiminde yaz meyvesini ve yaz mevsiminde de
kış meyvesini buluyordu. Zekeriyya (a.s), "Ey Meryem, bu sana nereden
geliyor?" diye sorunca, Meryem, "Allah tarafındandır." diye cevap
veriyordu (el-Kurtubî, Ahkâmu'/-Kur'ân, IV, 69 vd).

Zekeriyya (a.s) Hz. Meryem'in yanında böyle
yaz mevsiminde kış meyvesini ve kış mevsiminde de yaz meyvesini
görünce, Meryem'e bu nimetleri veren, buna gücü yeten yüce Allah,
eşimin yaşı geldiği halde, bize hayırlı bir evlat verebilir şeklinde
düşündü ve hayırlı bir evladın olması için Allah'a gizlice şöyle dua
etti:

"Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı,
saçlarım ağardı, Rabbim!.Sana yalvarmaktan dolayı herhangi bir şeyden
mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi
hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana
bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı olsun! Rabbim!
O'nun, senin rızanı kazanmasını da sağla!" (Meryem,19/4,5,6)

"Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!" (Âlu İmrân, 3/38)
"Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın" (el-Enbiyâ, 21/89).
Gücü her şeye yeten Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'ın duâsını kabul etti ve O'na bir erkek evlad vereceğini müjdeledi:
"Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" (Meryem, 19/7).
"Mihrabda namaz kılmaya durduğu sırada, hemen
melekler ona şöyle seslendi: "Haberin olsun! Allah sana Yahya adlı
çocuğu müjdeliyor. O, Allah'tan gelen bir kelimeyi (İsâ'yı) tasdik
edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hakim bulunacak ve
salihlerden bir peygamber olacaktır" (Âlu İmrân, 3/39).

Zekeriyya (a.s), Allah'ın verdiği bu müjdeye
şaştı, hayret etti. Çünkü kendisi de hanımı da hayli yaşlı idiler.
"Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum
olabilir?" (Meryem, 19/8) diyerek, bu ilginç müjde karşısında hayretini
dile getirdi.

Yüce Allah ona şöyle cevap verdi:
"Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce seni yaratmıştım" (Meryem, 19/9).
Kur'ân'ın başka bir yerinde bu durum şöyle haber verilmiştir:
"Zekeriyya'nın duasını kabul edip kendisine
Yahya yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu
onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak bize
yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" (el-Enbiya,
21/90).

Yüce Allah'ın bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyya (a.s)
"Rabbim! Öyle ise bana bir alamet var, dedi" (Meryem, 19/10). Allah ona şu cevabı verdi:
"Alâmetin; üç gün, işaretten başka şekilde insanlarla konuşmamandır. Rabbını çok an, akşam sabah hamdet!" (Âlu İmrân, 3/41).
Gün oldu, Zekeriyya (a.s)'ın nutku tutuldu.
Mihrabdan çıktı ve milletine: "Sabah-akşam Allah'ı tesbih edin! diye
işârette bulundu" (Meryem, 19/11).

Zamanı gelince, Zekeriyya (a.s)'ın oğlu Yahya (a.s) dünyaya geldi.
Yukarıda görüldüğü gibi, Zekeriyya (a.s) ile
ilgili olarak zikredilen âyetlerin çoğu, dua mahiyetindedir. O, çok dua
eden, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet ederek tam bir teslimiyet
içinde yaşayan Yüce bir peygamberdi. Allah: "Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve
İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerden (idi)ler" (el-En'âm,
6/85) diyerek onu şahit peygamberlerle birlikte anmıştır.

Zekeriyya (a.s) bu şekilde ömrünü ibâdetle
geçirdi. Daima insanları Yüce Allah'a inanmaya ve O'nun yolunda
yürümeye cağırdı. fakat azmış olan, küfre dalan ve önünü görmeyecek
kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler (Taberî, et-Tarih, Mısır 1326,
II, 16; Ahmet Cevdet Paşa, Kısus-r Enbiyâ, İstanbul 1966, I, 41).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:08 pm

Hz. YAHYA (a.s)
Kur'an'da adı geçen peygamberlerden biri.
Yüce Allah tarafından, Kur'an'da: "Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir
oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" (Meryem,
19/7) ayeti ile haber verildiğine göre; Yahya (a.s.), Zekeriya (a.s)'ın
oğlu idi. Kendisine Yahya adı da, Allah tarafından verilmişti.

Yahya (a.s)'nın yüzü güzel, kaşları çatık,
saçları seyrek, burnu uzun, sesi ince ve parmakları kısa idi. O, İsâ
(a.s)'dan altı ay önce dünyaya gelmişti. Yani Isâ (a.s)'dan altı ay
büyüktü. Dolayısıyla, Musa (a.s)'nın şeraitiyle amel eden
peygamberlerin sonuncusuydu.

Daha küçük yaşta iken, kendisine hikmet
verilmişti. Yaşıtı olan çocuklar kendisine: "Ey Yahya! Bizimle gel,
oynayalım" dedikleri zaman:

"Ben, oyun için yaratılmadım" derdi (es-Sa'lebî, el-Arais, Mısır 1951, 375 vd.).
Onun küçüklüğünden itibaren böyle temiz, saygılı ve ibâdet ehli olduğu, Kur'an'da şöyle haber verilmiştir:
"(Ona çocukluğunda): Ey Yahyâ! Kitabı,
kuvvetle tut! (dedik). Henüz çocuk iken, ona, hikmet'i verdik (Tevrat'ı
öğrettik). Tarafımızdan (ona) bir kalb yumuşaklığı ve (günahlardan)
temizlik (verdik). O, çok muttaki idi. Anasına ve babasına itaatlı idi,
bir serkeş ve asi değildi. Dünyaya getirildiği günde, öleceği gün de,
diri olarak (kabrinden) kaldırılacağı gün de, ona, selâm olsun!"
(Meryem, 19/12, 13, 14, 15).

Bu ayetlerde görüldüğü gibi Yüce Allah, Yahya
(a.s)'nın çeşitli güzel vasıflarını haber vermiş ve onu selamla
anmıştır. Bu, onun doğduğunda, vefat ettiğinde ve ahiret gününde
Allah'ın himâyesinde bulunduğunu ifâde etmektedir. Her insanın başına
geleceği kesin olan bu üç yalnızlık ve korku günlerinde Allah'ın selâm
ve esenliği içinde olmak, ne büyük bir bahtiyarlıktır. Bu üç durumda
Allah'ın himayesinde bulunmak, bir nevi devamlı bir şekilde Allah'ın
himayesinde bulunmak demektir (Muhammed Ali es-Sabûnî,
Safvetu't-Tefâsîr, İstanbul 1987, II, 213).

Yahya (a.s) Allah'ın emrettiği gibi kitabı
kuvvetle tuttu. Önce Tevrat'a ve daha sonra İncil'e uygun hareket etti.
Bu mukaddes kitapların hükümlerinin milleti tarafından yaşanması için
çalıştı. Hz. Muhammed (s.a.v) onun bu mücâdelesi hakkında şöyle buyurdu:

"Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'nın oğlu Yahya
(a.s) ya, hem kendisi amel etmek, hem de amel etmeleri için İsrail
oğullarına emretmek üzere, beş kelime emretmişti. Kendisi bu hususta
biraz ağır ve yavaş davranınca, İsâ (a.s) ona:

-Sen, hem kendin amel etmek hem de amel
etmelerini İsrâil oğullarına emretmek üzere, beş kelime ile
emrolunmuştun. Bunu İsrail oğullarına ya sen tebliğ edersin, ya da ben
tebliğ ederim, deyince, Yahya (a.s):

-Ey kardeşim! Sen bu vazifeyi yerine
getirmekte beni geçersen, ben azaba uğramamdan veyâ yere batırılmamdan
korkarım, dedi ve hemen İsrâil oğullarını Beytü'l-Makdis'te topladı.
Beytü'l-Makdis, İsrail oğulları ile doldu. Yahya (a.s) yüksek bir yere
oturarak Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

-Yüce Allah, bana, hem kendim amel edeyim,
hem de amel etmenizi size emredeyim diye beş kelime emretti. Onların
ilki, Allah'a hiç bir şeyi Şerik koşmaksızın, O'na ibâdet etmenizdir.
Bunun misâli, öz malı olan altın veya gümüşle bir köle satın alıp
çalıştıran bir adama benzer ki, köle çalışmasının kazancını,
efendisinden başkasına ödüyordur. Hanginiz, kölesinin böyle
davranmasına sevinir, razı olur? Hiç kuşkusuz, sizi yüce Allah yarattı
ve rızkınızı vermektedir. Öyle ise Allah'â, hiç bir şeyi şerik
koşmaksızın, ibâdet ediniz.

Allah namaz kılmanızı size emretti. Namaza
durduğunuzda, yüzünüzü sağa sola çevirmeyiniz. Şüphe yok ki Yüce Allah,
kulu, yüzünü başka tarafa çevirmedikçe, hep ona yöneliktir.

Allah size oruc'u emretti. Bunun misâli,
yanında misk kesesi olduğu halde, bir topluluk içinde bulunan ve hepsi
ondaki misk kokusunu duyan bir kimseye benzer. Hiç şüphesiz oruçlunun
ağzının kokusu, Allah'ın katında misk kokusundan daha güzeldir.

Allah size sadakayı emretti. Bunun misâli,
düşmanın esir edip elini boynuna bağladıkları ve boynunu vurmak üzere
yaklaştırdıkları bir kimseye benzer ki o, "canımı elinizden kurtarmak
için size bir fidye, kurtulmalık versem, olmaz mı?" diyerek kendisini
onlardan kurtarıncaya kadar, az çok kurtulmalık akçesi öder durur.

Allah size Allah'ı çok zikretmenizi, anmanızı
da emretti. Bunun misâli, düşmanın süratle kendisini takib ettiği bir
kimseye benzer ki, sağlam bir kaleye gelip onun içine sığınmıştır.
İ,îte kul da, Allah'ı zikir ile meşgul oldukça, şeytandan böyle
korunur" (et-Tirmizî, es-Sünen, el-Emsâl, 3; Ahmed b. Hanbel,
el-Müsned, IV, 202).

Bu hadiste görüldüğü gibi tevhid inancı,
namaz, oruç, zekât ve zikir gibi ibâdetler, yalnız Hz. Muhammed
(s.a.v)'in ümmetine mahsus ibâdetler değildir. Daha önceki
peygamberlerin de ümmetlerine emrettiği ibâdetlerdir.

Yahya (a.s)'da, babası Zekeriyya (a.s) gibi
milleti tarafından şehid edildi (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, I, 421).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:08 pm

Hz. İSA (a.s)
Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen ve
İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz. İsa (a.s) batılı
tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce doğmuştur.

Yine batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s)
Romalıların elinde bulunan Yahudiye'de Romalılardan Tiberius iktidarı
döneminde otuz yaşlarına doğru peygamberliğini insanlara bildirdi. Önce
Celile'de sonra Kudüs'te insanları hak dine davet etti. Yahudilerin
dinini ikmal onların dine kattıklarını düzeltmek için gönderilen Hz.
İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu şöyle
anlatır: "Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim." Hz. İsa (a.s),
yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid'i onların anlayışından kurtarmaya,
Hz. Musa (a.s)'ın getirdiği akideyi yerleştirmeye ve yahudilere daha
önce bildirilen zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.

Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında
ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren Hz. İsa daha sonra Kudüs'e gitti.
Yahudiler Hz. İsa'yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus'a
şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi Hz. İsa'ya
ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek
öldürüldü. Kur'an-ı Kerîm'de ise hadise şöyle anlatılmaktadır: "Halbuki
onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme
yapıldı" (en-Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. İsa'ya ihanet eden Yahuda,
Romalılar tarafından isa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.

İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz
benizli, dağınık, düz saçlı idi. Saçını uzatır, omuzları arasına
salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli idi: Sırtına yün elbise,
ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu zaman da yalınayak
yürürdü.

Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi,
ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç bir şeyi yarın için biriktirip
saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah'a
ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede güneş batarsa orada konaklar iki
ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile günlerini
geçirirdi (M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). İsa
(a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de
deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı (Abdurrezzak, Musannef, XI,
309).

Kur'an-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (a.s)'ın annesi
Hz. Meryem'dir. Meryem (a.s), yine Kur'an'da ismi geçen dört seçkin
aileden biri olan İmrân ailesinden idi. Hz. Meryem, Zekeriya (a.s)'ın
koruması ve gözetim altındaydı. Meryem, Beytü'l-Makdis'te, doğu tarafta
özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya (a.s), Meryem'in yanına
geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz. Meryem,
Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. İşte bu
sırada Allah, ona bir beşer sûretiyle Cebrail'i gönderdi. bu durum,
Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde anlatılır: "Meryem dedi ki; ben senden
Rahman'a sığınırım. Eğer O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben,
temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbının sana gönderdiği elçiden
başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan temas etmemişken, ben
kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir? dedi. Cebrail, bu
böyledir; çünkü Rabbın, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize
ve katımızdan da bir rahmet kılacağız," diyor, dedi. İş olup bitti.
Böylece Meryem, İsa'ya gebe kalarak bir köseye çekildi. Doğum sancıları
başladı ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan
önce ölseydim de unutulup gitseydim, dedi" (Meryem, 19/1 8-23).

Cebrail, Meryem (a.s)'e, babasız doğuracağı
çocuğun özelliklerini ve mücadelesini haber vermiş, Meryem'i teselli
etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz. Meryem'in kendisini Allah'a ibadete
verdiğini ve onun tertemiz bir kadın olduğunu bilenler de bilmeyenler
de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde nasıl olabileceği
tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa sormalarını
işaret etmişti. Fakat "Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl
konuşabiliriz? dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana
kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni
mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme
iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün
de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de, bana selâm olsun, dedi"
(Meryem, 19/23-33).

İsa (a.s)'ın babasız olarak mucizevî bir
şekilde doğuşu, Allah'ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında,
oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında fark yoktu. Nitekim
ayet-i kerimede, durum şu şekilde izah edilir: "Gerçekten İsa'nın
babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Adem'in hâli gibidir.
Allah, Âdem'i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen
(insan) oluverdi" (Âlu İmrân, 3/59).

İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik
görevi aldığında, hemen İsrailoğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)'nın
çağrısına kulak tıkayan ve ellerindeki Tevrat'ı tahrif edip pek çok
değişiklikler yapan İsrailoğulları, Hz. İsa (a.s)'a inanmadılar. Ayrıca
Allah, Hz. İsa'nın risâletini destekleyen mucizelerde gösteriyordu.
Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen mucizeleri şunlardır: İsa (a.s) nın,
çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş olup
uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına
tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (el-Mâide,
5/110-115); Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne
yediklerini ve neler sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi
(Âlu İmrân, 3/49).

İsrailoğulları, İsa (a.s.)'ı ve ona tâbi
olanları durdurmak için pek çok yol denediler; sonunda Hz. İsa'yı
öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların planlarını etkisiz hâle
getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)'a benzeyen birini yakalayıp astılar ve
"Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" dediler (en-Nisâ, 4/157). Öte yandan
Kur'an-ı Kerîm, asıl durumu şu şekilde açıklar: "Halbuki onlar İsa'yı
öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı.
Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme
olayına ait bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler.
Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına
yükseltti. Allah güçlüdür, hâkimdir" (en-Nisâ, 4/157-158).

İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi,
öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı dünyada değildir. Ayrıca
Mi'rac'da, peygamberimiz kendisini görmüştür. Hz. İsa, göğe yükselmeden
önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti: "Ey
İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat'ı
doğrulayan ve benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi
müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim" (es-Saf, 61/6).

Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda
kendisine inananların sayısı çok azdı. Daha sonra bir ara Hz. İsa'nın
getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de, sonunda Hristiyanlar da
İsrailoğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok yanlışlıklara saptılar.
Bugün, Hıristiyanların sahip oldukları teslis inancı, İsa (a.s)'nın
göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.

İsa (a.s)'ın annesi Hz. Meryem Hz. İsa'nın
göğe çekilmesinden sonra altı sene kadar daha yaşamış ve ölmüştür
(Hakim, Müstedrek, II, 596).

Hz. İsa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan
biri olan İncil verilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de İncil'in Hz. İsa'ya
verilişi ile ilgili şu bilgiler vardı: "Arkalarından da izlerince
Meryem oğlu İsa'yı Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak gönderdik; ona da
bir hidâyet, bir nur bulunan İncil'i, ondan evvelki Tevrat'ın bir
tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik"
(el-Mâide, 5/11). Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata uğramış: tır.
Bununla birlikte Allah Teâlâ tarafından son peygamber Hz. Muhammed
(s.a.s)'e indirilen Kur'an-ı Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil'in
hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan kaldırmıştır. Hz. İsâ İslâm
âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe yükseltilmiştir.
Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek
ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu', 102).

Hz. İsa bedeniyle göğe yükseltildiğinden,
Kur'an-ı Kerim'de bildirilen "ölümden evvel" (en-Nisa, 4/159) ve
"öleceğim güne ve diri olarak ba's edileceğim güne" (et-Tevbe, 9/34)
mealindeki ayetler Hz. İsa'nın nüzûlünden sonraki ölümünü anlatır. Hz.
İsa gökten Arz-ı Mukaddes'e inecek, elinde bir kargı olacak; Afik
denilen bir yerde ortaya çıkacak ve Kargı ile Deccâl'ı öldürecek ve
sabah namazında Kudüs'e gelecektir. İmam kendi yerini ona vermek
isteyecek fakat o İmâm'ın gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)'ın şeriatına
uygun olarak namazını kılacaktır. Sonra domuzu öldürecek ve haçı
kıracak, sinagoglar ve kiliseleri yıkacak ve kendisine iman etmeyen
bütün hristiyanlarla savaşacaktır.

Hz. İsa nüzûlünden sonra kırk sene daha
yaşayacak, öldüğünde müslümanlar namazını kılacak ve İslâm dinine uygun
olarak gömülecektir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:08 pm

Hz. ÜZEYR (a.s)
İsrailoğullarına (Yahudilere) göre meşhur bir
peygamber olan Üzeyr (a.s)'ın adı Kur'an-ı Kerîm'de geçmektedir. Fakat
İslâm'a göre onun peygamber olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır.

Üzeyr (a.s)'ın adı hakkında da alimlerin
farklı yorumları vardır. Bazı alimlere göre onun adı Arapça bir
isimdir. Diğer bazı alimlere göre ise, Üzeyr kelimesi Arapça değil,
İbranicedir (el-Ukberî, İmlau ma menne bihi'r Rahman, Mısır, 1961, II,
7).

İbranice'de Üzeyr kelimesinin karşılığı
"Azra"dır. Tevrat'ın bu dildeki nüshasında böyle geçmektedir (Biblio
Hobraica, nşr. Rud. Kittel, Stuttgart,1952; Esra, VII,1; Nehemio,
VIII,13).

Üzeyr (a.s), Harun Peygamber'in neslinden gelmektedir (es-Sa'lebî, el-Arais, Mısır, 1951, 344).
Üzeyr (a.s)'ın adı, Kur'an-ı Kerîm'de bir
yerde geçmektedir: "Yahudiler. 'Üzeyr, Allah'ın oğludur; dediler.
Hristiyanlar da: Mesih Allah'ın oğludur', dediler. Bu, onların
ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr
etmiş(olan müşrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları
kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar!.. Hahamlarını ve
rahiplerini Allah'tan ayrı rehber edindiler, Meryem oğlu Mesîh'i de.
Oysa kendilerine yalnız tek Tanrı olan Allah'a ibâdet etmeleri
emredilmişti. Ondan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları
şeylerden münezzehtir" (et-Tevbe, 9/30, 31).

Burada söz konusu olan Üzeyr (a.s) hakkında
çeşitli rivâyetler vardır. En meşhuru İbn Abbas'ın rivâyetidir. Buna
göre, Yüce Allah İsrâil oğullarının elinde bulunan Tevrat'ı onlardan
aldı. Tevratın içinde bulunduğu sandığı kaybettiler. Aynı zamanda
Tevrat zihinlerinden de silindi. İsrail oğulları buna çok üzüldüler.
Bilhassa Üzeyr (a.s) Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarıp yakardı.
Allah'tan inen bir nur, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrat'ı
hatırladı. Ondan sonra Tevrat'ı yeniden İsrail oğullarına öğretti. Daha
sonra Tevrat'ın içinde bulunduğu sandık bulundu. Bunun üzerine Üzeyr
(a.s)'ın öğrettiğinin aslına uygun olduğunu gördüler. Bunun üzerine
Üzeyr (a.s)'ı çok sevdiler. Fakat bu hususta aşırı gittiler. "O, olsa
olsa Allah'ın oğludur" dediler (İbn Cerir et-Taberî, Camiu'l-Beyân,
Mısır,1951, X,111). Bu âyetler, onların bu hususta aşırı gitmelerini ve
Hristiyanların da, İsâ (a.s) Allah'ın oğludur diye söylemelerini
reddetme mahiyetinde nazil olmuştur. Onların bu sözlerinin batıl olduğu
anlatılmış ve Yüce Allah'ın, onların bu iddialarından münezzeh olduğu
ifâde edilmiştir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esraru't Te'vîl,
Mısır, 1955, I, 196).

Yahudilerin bu hususta aşırı gitmeleri,
Kur'an'ın başka yerlerinde de tenkid edilmiştir. "Vay haline o
kimselerin ki, Kitabı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için, "Bu
Allah'ın katındandır. " derler. Ellerinin yazarlığından ötürü vay
haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onların!" (el-Bakara,
2/79) mealindeki âyette Yahudiler kasdedilmektedir. Onların Tevrat'ı
tahrif ettikleri, ondan sonra kendileri tarafından yazılan bir kitabı
Allah'ın kitabı diye tanıtmaları söz konusudur. Onlar bu şekilde kitab
yazmışlar, Allah'ın kelâmı olarak ileri sürmüşler ve bununla menfaat
ile nüfûz sağlamaya çalışmışlardır. Bu âyette, onların bu yaptıkları
tenkid edilmektedir (Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsir,
İstanbul, 1987, I, 71 vd).

Aşağıdaki âyette de, Yahudilerin bu durumu tenkid edilmiştir:
"Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan
sanasınız diye kitabı okurken, dillerini eğip bükerler. Halbuki
okudukları, kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı
halde, "Bu, Allah katındandır. " derler. Onlar bile bile Allah'a iftira
ediyorlar" (Âlu İmran, 3/78).

İbn Abbas (r.a)'dan nakledildiğine göre, bu
ayette de Yahudiler kasdedilmektedir. Buna göre, onlar Allah'ın
kelâmını kaybetmişler. Kendi uydurduklarını Allah'ın kelamı olarak
tanıtmaya çalışmışlar. Onların bu yaptıkları yalan ve uydurmadır
(ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire,1977, I, 182 vd.).

Üzeyr (a.s) ile ilgili bulunduğu söylenen diğer bir ayet de şöyledir;
"Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin
çatıları duvarları üzerine çökmüş (yıkık dökük olmuş) ıssız bir
kasabaya uğradı. "Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!"
dedi. Hemen Allah onu öldürdü, yüz sene sonra tekrar diriltti. "Ne
kadar kaldın burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç saat" dedi. Allah
ona: "Bilakis yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz
bozulmamıştır. Bir de eşeğine bak. Seni insanlar için bir âyet (ibret
işâreti) kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk sonra tekrar dirilttik).
Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl birbiri üstüne koyuyor, sonra ona
nasıl et giydiriyoruz. " dedi. Durum kendisince anlaşılınca, "Şüphesiz
Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmeliyim" dedi (el-Bakara, 2/259).

Bu ayette söz konusu olan zatın kim olduğu
hususunda çeşitli rivâyetler vardır. Fakat alimlerin ekseriyetine göre
bu zat, Üzeyr (a.s)'dır (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl, I, 57).

Hz. Muhammed (s.a.s), Üzeyr (a.s)'ın
peygamber olup olmadığı hususunda şöyle buyurmuştur: "Bilmiyorum, Üzeyr
peygamber midir, değil midir?" (Ali Nasıf et-Tâc, III, 302). Bundan
dolayı İslâm inancında Üzeyr (a.s)'ın peygamberliği ihtilaflı kabul
edilmiştir.

Peygamber olsun veya olmasın, Üzeyr (a.s)
Allah'a tam manasıyla inanmış, kamil imân sahibi olan bir zattı. Hayatı
boyunca, Allah'ın rızasını kazanmak için şerden kaçmış, hayra
koşmuştur. Çevresindeki insanları da bu şekilde inanmaya ve Allah'ın
emir ile yasaklarına riâyet etmeye davet etmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:08 pm

LOKMAN (LUKMAN)
Bir nebî veya velî olduğu ihtilâflı; ancak çoğunluğun tercihine göre hakim bir şahsiyet.
Kur'ân-ı Kerîm'de Lokman adı iki yerde geçer (Lokman, 31/12,13).
Kelime, aynı zamanda Mekkî bir surenin adıdır. Bu sûrenin nüzul sebebi
Kureyşlilerin Lokman'ı Hz. Peygamber (s.a.s)'e sormalarıdır.
Lokman'ın adı geçen iki ayetin meâli şöyledir: "Andolsun Biz Lokman'a
Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi
için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki Allah her şeyden
müstağnîdir, övülmeye lâyık olandır. Lokman, oğluna öğüt vererek.
"Yavrum, Allah'a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük zulümdür" demişti "
(Lokman, 31/12,13). Lokman'ın adı içinde geçmese de onun oğluna
öğütleri devam etmektedir. Ancak arada iki ayet içinde Yüce Allah,
Lokman'ın öğüdündeki eş koşmayı(şirk) tekit için ana-babaya iyi
davranmak; yaradana şükür, ana-babaya teşekkür etmesini bilmekle
beraber; eğer ana-baba Allah'a eş koşmak üzere çocuğunu körü körüne
zorlarlarsa o çocuğun onlara itaat etmemesi, dünya işlerinde onlarla
güzelce geçinip Allah'a yönelen kimselerin yoluna uyması gerektiğini
bildirmektedir (Lokman, 31/14,15). Lokman'ın öğütleri şöyle devam
etmektedir: "Yavrum, işlediğin şey bir hardal tanesi ağırlığınca olsa
da, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa da, Allah onu
getirip meydana kor. Doğrusu Allah Lâtif'dir, haberdar'dır. Yavrum,
namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene sabret;
doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir. İnsanları küçümseyip yüz
çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Allah, kendini beğenip
böbürlenen kimseyi hiç şüphesiz ki sevmez. Yürüyüşünde ölçülü ol,
sesini de kıs! Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir"
(Lokman, 31/16-19).
Lokman suresinde geçen meâli verilen ayetlerden anlaşılmaktadır ki, bu
zat bir hakimdir. Çünkü ona hikmet verilmiştir. Böyle bir hikmete
ulaşan kimseye gereken, o hikmete şükürdür. Aslında Yüce Allah'ın,
şükür de dahil hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Ancak şükre ihtiyacı olan
insandır. Çünkü Allah, şükredince nimetleri artırma vadinde bulunmuştur
(İbrâhim, 14/7). Lokman, üç kere "yavrum" veya "oğlum" diye hitap
ederek oğluna öğüt vermiştir. Bunlardan ilkinde Allah'a eş, ortak
koşmamasını öğütlemiştir. Çünkü bu, Allah'ın hakkını başkasına vermek,
kulların ve bütün varlıkların yaratanına olan bu haksızlıkla onların
haklarını çiğnemek, başta Yüce Allah'ın ikram ettiği, şerefli kıldığı
insan olmak üzere bu varlıkları esas yaratanından başka fâni, âciz,
güçsüz şeylere yönelterek onları tahkîr etmektir. Lokman, ikinci
"yavrum" hitabiyle başlayan öğüdünde, Yüce Allah'ın hardal tanesi kadar
da olsa yapılan bütün iyilik ve kötülükleri gördüğünü, bildiğini ve
onları ahirette değerlendireceğini anlatmıştır. Nitekim Yüce Allah,
zerre miktar hayır-şer işleyenin karşılığını göreceğini bildirmektedir
(ez-Zilzâl, 99/7-8). Lokman, yine oğluna hitaben üçüncü öğüdünde onun
namazı kılmasını, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmesini, başına
gelene sabretmesini, insanlara böbürlenip kibirlenmemesini, çalım satıp
öğünmemesini, yürümesinde, konuşurken sesinde ölçülü olmasını tavsiye
etmiştir.
Lokman hakkında hadislerde de bazı bilgiler bulunmaktadır. En'âm
suresi'nin 82. ayetinin nüzulünde sahabeler: "Ey Allah'ın Resulü! Bizim
hangimiz nefsine zulmetmez ki...?" dediklerinde, Peygamberimiz. Bu
ayetteki zulüm sizin sandığınız gibi değildir. O zulüm, şirk demektir.
Lokman'ın oğluna nasihat ederken, yavrum, Allah'a şirk koşma. Zira şirk
en büyük zulümdür dediğini işitmediniz mi?" cevabını vermiştir (Sahîh-i
Buhârî, Tecrîd-i Sarîh, Tercemesi, IX, 163). Lokman şöyle derdi:
"Yavrum, ilmi âlimlere karşı böbürlenmek, sefihlerle münazarada
bulunmak ve meclislerde gösteriş yapmak için öğrenme!" (Ahmed b.
Hanbel, I,190). Bu anlatım ve devamı başka bir rivayette şöyle yer
almaktadır: "...Gınâ göstererek ve cehalete düşerek ilmi terketme!
Yavrum, meclisleri ihmal etme! Allah'ı anan bir topluluk gördüğünde
onlarla otur. Eğer âlimsen ilmin işine yarar; cahilsen onlar sana
öğretirler. Umulur ki Allah onlara rahmetini lütfeder, onlarla beraber
sana da ulaşır. Allah'ı anmayan bir lopluluk gördüğünde onlarla oturma.
Eğer âlimsen ilminin sana bir yararı olmaz; cahilsen onlar seni
saptırırlar. Allah onları azabına düçar kılar, sana da onlarla beraber
isabet eder" (Dârimî, Mukaddime, 34). Yine bir hadis-i şerifde
ilim-hikmet hakkında şöyle denilmektedir: "Hakîm Lokman oğluna şu
tavsiyede bulunmuştur. Yavrum âlimlerin yanında otur ve dizlerinle
onlara çok yaklaş. Çünkü Allah, gökten indirdiği yağmurla ölü toprağı
dirilttiği gibi, kalbleri hikmet nûruyla diriltir"(Muvatta, İlim, 1).
Lokman hakkında başka bir hadis de şöyledir: "Hakim Lokman, şöyle
derdi: Şüphesiz Allah bir şeyi emânet aldığı zaman onu korur" (Ahmed b.
Hanbel, II, 87).
Bu hadislerin, meselâ zulüm, hikmet, ilim gibi konularda Kur'ân-ı
Kerîm'deki Lokman ile ilgili ayetlerle rabıtalı olduğu görülmektedir.
Lokman'ın kim olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. İbn İshak'a
göre Lokman'ın nesebi [Lokman b. Bâur b. Nahor b. Tarih (Terah: Âzer)]
Dördüncü. Kuşakda Hz İbrahim (a.s)'in babası Âzer'e ulaşır. Vâkıdî,
Lokman'ın İsrâiloğulları kadısı, Eyle ve Medyen taraflarında yaşayan,
Eyle'de ölen bir kimse olduğunu zikreder. İkrime'ye göre Lokman bir
nebîdir. Ancak onun bir hakim olduğunda âlimlerin ittifakı vardır
(Sahih-i Buharî Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 163). Vehb b. Münebbih'e
göre; Lokman İbn Bâûra, Âzer neslindendir. Mukâtil'e göre ise, Hz.
Eyyub (a.s)'in kızkardeşinin veya teyzesinin oğlu idi. Uzun müddet
yaşadı. Hz. Davud'a yetişti ve ondan ilim aldı. Sanat sahibi idi. Bir
nebî olduğunu söyleyenler de oldu. İbn Rüşd, Tehâfüt'ünde söylediği
gibi, her nebî hakîmdir, fakat her hakim nebî değildir. Bakara
sûresi'nin 269. ayetine göre Yüce Allah hikmeti istediğine verir. Kime
de hikmet verilmişse ona büyük hayır lütfedilmiştir. Dolayısıyle o
kimsenin ilmen, amelen bunun şükrünü yerine getirmesi gerekir. Lokman
için de Kur'ân'da böyle söylenmiştir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini
Kur'an Dili, IX, 3842-3843).
Lokman, İslâm'dan önceki Araplarda kendisinden çok bahsedilen bir
şahsiyet idi. Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarında adı geçmez. Onun
Âd kabilesinden veya Habeşli bir köle olduğu da belirtilmiştir (S.G.F.
Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London 1970, s. 414).
Eski Arap geleneğinde cahiliyye devri insanları bu zata
Lukmânü'l-Muammer diyorlardı. Onun yedi kartalın ömrü kadar uzun
yaşadığına inanılırdı. Ebû Hâtim es-Sicistâni'nin "Kitâbül-Muammarîn"
adlı eserinde Lokman, Hızır'dan sonra uzun yaşayan ikinci şahsiyet
olarak yer alır. Yedi kartal ömrü beş yüz altmış yıl yapsa da çeşitli
rivayetlerde onun bin, hatta üç bin-üç bin beş yüz yıl yaşadığı bile
ileri sürülmüştür. Lokman'a, Nâbiga'nın şiirlerinde bile rastlanır.
Cahiliyye geleneğinde Lokman aynı zamanda bir kahraman ve hakim bir
kimse olarak da görülürdü. Bir çok macera ona isnat edilmişti. Bütün
bunlar arasında Lokman, Âd kabilesinden olmakla bu kabîleye Sodom gibi
günahkârlığı dolayısıyla kuraklık cezası verildiğinde, onun da dahil
olduğu bazı kimseler yağmur için dua etmek üzere Mekke'ye giderler.
Ancak Âdlılar orada zevk ve safâya dalıp esas vazifelerini unuturlar.
Hatırlatıldığında da birisi siyah bir bulut isteyiverir. Âd kabilesinin
mahvı bu bulutla olur. Aslında onların cezalandırılmaları Hz. Hûd'a
itaatsizlikleri dolayısıyladır. Âd kavmi ile ilgili ayetlerde ve Hûd
suresinde Lokman'ın adı geçmez (Bernhard Heller, İA., "Lokman ",
maddesi).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:09 pm

Lokman, Kur'ân-ı Kerîm'de yer aldıktan sonra, Arapça
darb-ı mesel ve hikmet kitaplarından Kasasul-Enbiyalara kadar bir çok
eserlerde yer aldı. Sa'lebî (ö. 427/1035) Ârâisul-Mecâlis"inde ondan
bahsederken Kur'ân'daki anlatımı başka rivayetlerle genişletir. O,
Lokman'ın kim olduğu konusunda yukarıdaki bütün bilgileri verdikten
sonra Mücâhid'in onun uzun dudaklı siyahî bir köle olduğu yolundaki
rivayetlerini de bunlara ekler. Ancak bu rivayeti takviye sadedinde
insanlardan Sudan'dan çıkmış üç hayırlı kimse arasında, Bilâl (Habeşli
?), Hz. Ömer (r.a)'ın kölesi Mühecca' ve Lokman'a (Sudan'ın Mısır'a
yakın Nubya tarafından) yer veren rivayeti de almaktadır. O, Lokman'ın
Habeş'li bir marangoz, bir terzi olduğu konusundaki iddiaları da
aktardıktan sonra, âlimlerin onun hakim olup nebî olmadığında ittifak
ettiklerini, bu konuda İkrime'nin farklı görüşe sahip olduğunu
(bazılarına göre Lokman'ın nebîlik ile hakimlikten birini tercihte
serbest bırakıldığı, onun hikmeti seçtiğini) belirtmektedir. O, ayrıca
Lokman'ın nebî olmadığı; Allah'ın çok tefekkür, iyi yakın ile takvâ
ehli kıldığı bir kul olduğu; onun Allah'ı, Allah'ın da onu sevdiği, ona
hikmet lütfettiğini açıklayan bir hadis de nakleder (Sa'lebi,
Arâisul-Mecâlis, 312).
Sa'lebî, Lokman'ın, dünyada sıkıntı çekenin refahtakinden hayırlı
olduğunu; dünyayı ahirete tercih edenin dünyada da, ahirette de
kaybedeceğini; malın sıhhat, nimetin nefis temizliği gibi olmadığını;
doğru söz, emaneti yerine teslim ve boş yere konuşmayı terkin hikmeti
doğurduğunu söylediğini nakleder. Yine onun nakline göre Lokman oğluna
şöyle dedi:
"Dünya derin bir denizdir. Çokları onda boğulmuştur. O denizde senin
gemin Allah'dan takvâ olsun. Bineğin Allah'a imanın ve yolun Allah'a
tevekkül olsun. Umulur ki kurtulursun; tamamen kurtulacağını da sanmam.
Yavrum, insanlar ibadet ve taatte her gün noksanlaştıkları halde nasıl
olur da vadolunduklarından korkmazlar! Yavrum! Dünyadan yetecek kadar
al, ona kapılma, bu ahiretine zarar verir. Dünyadan el etek de çekme,
yoksa insanlara yük olursun. Oruç tut, bu şehvetini keser. Seni
namazdan alıkoyan orucu tutma, çünkü Allah'ın katında namaz oruçtan
daha büyüktür... Yavrum! İyiliği ondan anlayana yap. Nitekim koç ile
kurt arasında dostluk olmadığı gibi; iyi ile kötü arasında da dostluk
olmaz. Çekişmeyi seven hakarete uğrar, kötülük olan yerlere giden
töhmet altında kalır, kötülüğe yaklaşan kendini kurtaramaz ve dilini
tutmayan pişman olur. Yavrum! iyilerin hizmetinde bulun; fakat
kötülerle dostluk kurma. Yavrum! Güvenilir kimse ol ki zengin olasın.
Kalbin günah lekeleriyle dolu olduğu halde insanlara, Allah'dan
korkuyormuşsun gibi görünme. Yavrum, âlimlerle bir arada bulun ve
onların dizinin dibinden ayrılma; fakat onlarla tartışmaya da girme,
yoksa sohbetlerinden seni mahrum ederler. Onlara bir şey sorarken nazik
davran. Seni ihmal ettiklerinde onlara bıkkınlık verme, yoksa senden
usanırlar. Yavrum! her şeyi arkanı dönerek isteme ve yüzün dönük olarak
da ondan uzaklaşma! Zira bu, basîreti azaltır ve aklı zayıflatır.
Yavrum, küçükken edepli olursan, büyüdüğünde faydasını görürsün!
Yavrum, yolculuğa çıktığında, onu çekip götürebileceğin bir yerde
olmadıkça, hayvanından emin olma; çünkü onun sırtı çabuk yağır olur ve
bu hakimlerin işlerinden değildir. Gideceğin yere yaklaştığında da
hayvanından in ve yürü; kendinden önce onu doyur. Gecenin ilk
saatlerinde yolculuğa çıkmaktan sakın! Sana gecenin yarısına kadar
dinlenip gece yarısından sonra yola çıkmanı tavsiye ederim. Sefere
çıkarken yanına kılıcını, mest'ini, sarığını, elbiseni, su kabını, iğne
ve ipliğini, biz'ini (saraç iğnesi) al! Ayrıca yanında sana ve
beraberindekilere yetecek kadar ilâç bulundur. Arkadaşlarınla, Allah'a
isyanın dışındaki hususlarda uyum sağla ve onlara vefâ göster! Yavrum,
kanaatkâr görünmekten sakın, zira bu tavrın sana gündüzleri şöhret,
geceleri ise şüphe getirir. Yavrum, kendini unutup da insanlara iyiliği
emretme! Yoksa senin durumun, insanlara ışık verdiği halde kendisi
yanarak tükenen kandile benzer! Yavrum, küçük işleri umursamazlık etme!
Çünkü küçük, yarın büyüğe dönüşür. Yavrum, yalan söylemekten sakın!
Çünkü yalan, dînini ifsat eder, insanların yanında mürüvvetini
noksanlaştırır ve bu durumda da utanma duygun yok olur; değerin düşer,
makam ve mevkiin elden gider; küçümsenirsin, konuştuğun zaman sözün
dinlenmez, söylediğine itibar edilemez. Bu duruma düşüldüğünde de
yaşamanın zevki kalmaz! Yavrum, kötü huydan, sıkıntı vermekten,
sabırsızlıktan sakın! Bu hasletler karşısında hiç bir arkadaşın sana
dürüst davranmaz ve seninle aralarında dâima bir mesafe bırakırlar.
İşini sev; sık sık karşılaştığın olaylar karşısında sabret! İnsanlara
karşı güzel huylu ol! Zira huyu güzel olan, herkese güler yüz gösteren
ve bunu yaygınlaştıran, iyiler yanında nasîbini alır; ona karşı iyi
kimseler sevgi besler, kötüler de ondan uzaklaşır. Yavrum, gönlünü
kederlerle ve kalbini üzüntülerle meşgul etme. Aç gözlülükten sakın.
Takdire rıza göster. Allah tarafından sana verilene kanaat et ki
hayatın güzelleşsin, gönlün sürurla dolsun ve hayattan zevk alasın.
Eğer dünya zenginliklerinin senin için bir araya getirilmesini
istersen, insanların ellerinde olanlara göz dikme! Zira peygamberleri
bulundukları mertebeye ulaştıran şey insanların ellerinde bulunanlara
göz dikmemeleridir. Yavrum, dünya hayatı kısadır. Senin oradaki ömrün
ise daha da kısadır. Bu kısa ömrün de daha az bir kısmı geride
kalmıştır. Yavrum, iyiliği ehline yap, ehil olmayana iyilik yapma;
yoksa o, dünyada boşa gider, ahirette de sevabından mahrum olursun.
İktisatlı ol, savurgan olma; cimrilik derecesinde mala sarılma, israfa
varacak şekilde de onu dağıtma! Yavrum, hikmete sarıl ki onunla ikram
göresin, onu yücelt ki sen de üstün tutulasın. Hikmet ahlâkının en
üstünü Allah (c.c)'ın dinidir. Yavrum, hasedçinin üç belirgin özelliği
vardır: Gıyabında dostunu çekiştirir, yanında olduğu zaman ona
yaltaklanır, o bir musibete duçar olduğunda da ona sevinir" (Sa'lebî,
a.g.e., 313-315).
Lokman'la ilgili olarak sadece oğluna öğütler, hikmetli sözler,
atasözleri (emsâl, durub-ı emsâl) değil, kıssalar da nakledildi.
Bunlardan Lokman'ın bir köle olarak birisine takdim edildiğinde. o,
diğer kölelerin incirleri onun yediğini ileri sürerek efendilerini
kandırmak istedikleri zaman, hep beraber sıcak su içmelerini tavsiye
eder. Efendileri öyle yapar, sonunda Lokman yalnız su kusarken,
diğerleri incir artıklarını su ile çıkarmaya başlarlar. Bir gün
efendisi, gelen misafiri için, Lokman'a en iyi ne varsa onu ikram
etmesini söyler. O da koyun dili ve yüreği getirir. Bir başka gün yine
misafir için bu defa en kötü ne varsa onu çıkarmasını söylediğinde aynı
şeyleri verdiğini görünce, sebebini sorar. Lokman, iyi bir dil ve
yürekten daha iyi bir şey olmadığı gibi, kötü bir dil ve yürekten de
daha kötü bir şey bulunmadığı cevabını verir (Sa'lebî, aynı yer).
Lokman'a bu kıssalar dolayısıyla Araplar'ın Ezop'u (Aesopos) denilmiş,
Avrupa'da Ezop'a atfedilen bir çok nükteler Lokman'a isnat olunmuştur.
Batılı yazarlar Lokman'la ilgili kıssaların sonraki devirlerde
Ezop'unkilerden kopya edildiğini ileri sürerler. Bu konuda
karşılaştırmalar ve örneklere de yer verip eski gelenekte Lokman,
hakîm, hatta peygamber bir kimse olarak tanınırken; sonraki devrede
artık köle, marangoz haline sokulduğunu eklerler. Onlara göre Lokman;
Bileam, Ahikar, Ezopla aynı görülmüştür. Bileam, Kitab-ı Mukaddes'te
geçer. Müfessirler, seceresi Lokman b. Bâûr b. Nahor b. Tarih şeklinde
geçen bu zatın İbrani dilinde "bala", Arapça "Lakama" kökleri aynı
yutmak anlamına geldiği için, Kitab-ı Mukaddes'teki karşılığının Bileam
olduğu kanaatine ulaşmışlardır (Bileam için bk. Sa'lebî, 209 vd.).
Lokman, Bileam mıdır tartışmasında buna olumlu bakanlar yanında karşı
çıkanlar; Lokman, Kur'ân ve önceki gelenekte saygı duyulan; Bileâm,
Kitab-ı Mukaddes ve Aggada'da nefret edilen bir kimsedir, demektedirler
(bk. Belâm). Lokman'ı, Roma'lı Ahikar veya Yunan'ın Ezop'una
benzetenler, onların sözlerinin veya onlarla ilgili anlatımların
benzerliklerine dayanmaktadırlar (Bernhard-N.A. Stillman,"Lokman",
Encyclopedia of İslam, Leiden 1978, IV, 813).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Peygamberler Tarihi Vide
MesajKonu: Geri: Peygamberler Tarihi Peygamberler Tarihi EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:09 pm

ZÜLKARNEYN
Adı Kur'ân'da geçer. Allah ondan övgü ile bahsetmiştir. Peygamber mi, yoksa veli mi olduğu ihtilâf konusu olmuştur.
Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü ve karneyn
kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, sahip ve malik
demektir. Karn ise, boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına
gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre
Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilir
(el-Firuzabadî, el-Kamusu'l-Muhît, Kahire 1332, IV, 257 vd).

Zülkarneyn'in kim oluğu ve neden kendisine bu
lakabın takıldığı konusu, eskiden beri tartışmalı bir husus olarak
devam etmiştir. Kendisine Zülkarneyn denilmesi, alimler tarafından,
başının iki yanında iki boynuza benzer çıkıntıların bulunması, dünyanın
şark ve garbını dolaşması, başının iki yanının bakırdan olması, örülmüş
iki deste saçı olması, Allah'ın kendisine nur ve zulmeti musahhar
kılması (emrine vermesi), yürürken nurun önünden, zulmetin ise
arkasından gelmesi, şecaatı dolayısıyle bu lakabı almış bulunması,
rüyasında gökyüzüne çıktığını ve güneşin iki tarafına asıldığını
görmesi anlamlarında yorumlanmıştır.

Zülkarneyn'in kim olduğu hususu da, çok
farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bilindiği gibi Zülkarneyn kelimesi
onun esas adı değil, lakabıdır. Onun esas adı hakkında değişik görüşler
ileri sürülmüştür. Birçok kişi, onun Büyük İskender (M.Ö 356-323)
olduğunu iddia etmiştir. Fakat Kur'ân'da söz konusu olan Zülkarneyn ile
Büyük İskender'in vasıfları birbirini tutmamaktadır. Zülkarneyn,
Allah'a inanan, dürüst bir hayat süren ve peygamber olduğu bile ileri
sürülen bir kişidir. Büyük İskender ise, tek tanrı inancından uzak,
girdiği şehirleri yerle bir edecek kadar zalimve barbar bir insandı.

Bilhassa son devrin alimlerinin ekseriyeti
ise, Zülkarneyn'in İran kralı Kisra (Hüsrev) olduğunu kabul
etmişlerdir. M.Ö altıncı asırda imparatorluk kuran Kisra'nın vasıflan,
Kur'ân'da adı geçen Zülkarneyn'in vasıflarına daha uygun düşmektedir.
Nitekim Araplar Kisra'ya, Nûşirevan-ı Âdil demektedirler. Yine de
Zülkarneyn'in gerçek adını Allah bilir. Onun peygamber olup olmadığını
ihtilaflıdır. (er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937, XXI,163, vd.; İbn
Kuteybe, el-Maarif, Beyrut 1970, 25).

Zülkarneyn'in adı Kur'ân'da üç âyette geçmektedir:
"(Ey Muhammed), sana Zülkar neyn'den
soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım. Biz yer yüzünde
onun için sağlam bir mekan ve orada istediği gibi hareket edeceği
yönetim hürriyeti hazırladık ve kendisine (muhtaç olduğu) her şeyden
bir sebep verdik (ulaşmak istediği herşeye ulaşmanın yolunu, aracını
verdik). O da (kendisini batı ülkelerine ulaştıracak) bir yol tuttu.
Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onu, kara balçıklı bir gözede
batar buldu. Onun yanında bir kavim buldu. Dedik ki: Ey Zülkarneyn,
(onlara) ya azab edersin veya kendilerine güzel davranırsın (onları
güzellikle yola getirirsin. Nasıl istersen öyle yaparsın). Dedi: Kim
haksızlık ederse, ona azap edeceğiz) sonra o, Rabb'ine döndürülecektir.
O da ona görülmemiş bir azab edecektir. Fakat inanıp iyi iş yapan
kimseye de en güzel mükâfat vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı
söyleriz (kolay işler yapmasını emrederiz, zor işlere koşmayız onu).
Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu,
öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlara güneşin önünden
(korunacak) bir siper yapmamıştık. İşte (Zülkarneyn) böyle (yüksek bir
mevkie ve hükümranlığa sahip) idi. Onun yanında (daha) nice
(hükümranlık) bilgisi (tecrübesi ve vasıtası) bulunduğu biz biliyorduk.
Sonra yine bir yol tuttu. Nihâyet iki sed arasına ulaşınca, onların
önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu. Dediler ki: Ey
Zülkarneyn, Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle
onların arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi? Dedi
ki: Rabb'imin beni içinde bulundurduğu (mal ve mülk, sizin
vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana insan gücüyle yardım edin de,
sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım. Bana demir kütleleri
getirin. (Zülkarneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurup
dağlarla) aynı seviyeye getirince, üfleyin dedi. Nihâyet o demir
kütlelerini bir ateş haline koyduğu zaman; getirin bana, üzerine erimiş
bakır dökeyim, dedi. Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşabildiler ne de
delebildiler. (Zülkarneyn) dedi: Bu, Rabb'imden (kullarına) bir
rahmettir. Rabb'imin va'di ge(lip Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkması, yahut
kıyametin kopması gerek)diği zaman, onu yerle bir eder. Şüphesiz,
Rabb'imin va'di gerçektir" (el-Kehf, 18/83-98).

Bazı alimlerin rivayetine göre, Yahudilerden
birkaç kişi, Hz. Muhammed (s.a.s)'e gelerek Zülkarneyn'in kim olduğunu
sormuşlar. Bunun üzerine bu âyetler nazil olmuştur (en-Nisâburî,
Esbâbu'n-Nuzûl, Mısır 1968, 75).

Diğer bir rivayette ise, Mekkeliler kitap
ehli olan Yahudilere adam gönderip Hz. Muhammed (s.a.s)'i çetin bir
sınavdan geçirmek için, birkaç soru hazırlayıp göndermelerini
istemişlerdi. Onlarda şu üç şeyden sormalarını tavsiye etmişler: Ruh,
Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn Bunun üzerine ilgili âyetler inmiştir
(et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Mısır 1373, XVI, 7).

Yukarıda meâli sunulan âyetlere göre,
Zülkarneyn'in bazı özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür. Zülkarneyn,
üstün yeteneklere, geniş kudret ve imkanlara sahipti. Bilgili,
kültürlü, dünya coğrafyasının önemli bir kısmını bilen ve ilâhî yardıma
mazhar olan bir kişiydi. Zalimlere hadlerini bildiren, onları
cezalandıran, ahiret gününe kesin bir şekilde imân eden, ona göre
hareket eden ve iyi ahlaklı dindar toplumları himâye eden bir zattı.

Zülkarneyn, Hakk'a karşı teslimiyet gösterir, her şeyi ilâhî emrin istikâmetine çevirmeye çalışırdı.
Hz. Ali'ye göre Zülkarneyn ne bir nebi, ne dg
bir kraldı. Fakat Allah'ın salih bir kulu idi. Allah onu sevmiş ve o da
Allah'ı sevmişti (İbn İshâk, Kitabu'l-Mübtedâ ve'l-Meb'as ve'l-Meğazî,
thk. Muhammed Hamidullah, Mağrib 1976, 185).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com

Peygamberler Tarihi

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
RADYOMUZ YAYINDA ! :: Manevi Diyarımız :: Manevi Diyarımız :: Peygamberlerin Hayatı -
Forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar