RADYOMUZ YAYINDA !
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

RADYOMUZ YAYINDA !

Duygularınızı Paylaşabileceğiniz Nezih Bir Ortam
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Tarikatlare genel bir bakış

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Tarikatlare genel bir bakış Vide
MesajKonu: Tarikatlare genel bir bakış Tarikatlare genel bir bakış EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:51 pm

TEKKELERİN UMUMHANE VE MEYHANE OLMASI

Peygamberimiz’in tek mürşit olduğu, tartışılmaz tek kişi olarak
yaşadığı dönemde İslam’ın tek kurumu cami idi. İbadetler, eğitim ve
hizmet tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu
faaliyetler camide gerçekleştirilirdi. Peygamber’in sağlığında, hatta 4
halife döneminde cami dışında tekke, dergah, zaviye gibi başka
kurumların oluşturulmadığı bu tekkelerin, dergahların üyelerinin bile
ortak kabulüdür. İlk tekkenin hicri 150, miladi 760 yılları civarında
Şam yakınlarında kurulduğu genel kabullerden biridir. Fakat tekkelerin
yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. Tekkelerin ilimler
akademisi, askeri hizmet, hatta hastaların tedavisi gibi birçok güzel
hizmette kullanıldığı da bir gerçektir. Fakat Kuşadalı İbrahim’in
deyimiyle gün gelip de kimi tekkelerin kerhaneye ve meyhaneye
dönüştüğü, Kuran’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce
törenin, gösterinin din adına bu tekkelerde uygulandığı da ayrı bir
gerçektir. Tüm bunları gören Kuşadalı, yanan tekkesinin yerine yenisini
yaptırmamış ve kendisinden evvel asırlarca yaşayan tekkelerin kapanması
gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir tekke gibi kullanılıp,
Peygamber’imiz zamanındaki gibi cami dışında dini kurumun
bırakılmamasını, Kuran dışındaki virdlerin, tarikatların özel
dualarının yerini Kuran’a, Kuran’da geçen dualara bırakmasını
savunmuştur.

Tekkelerin ortaya çıkışı hicri 150. yıl olsa da, bugünkü manasıyla
bildiğimiz tarikatların kurumsal yapılar olarak ortaya çıkışı hicri
600’ler civarındadır. Kurumsal karaktere sahip olduğu kabul edilen ilk
tarikat Kadiriliktir, kurucusu Abdülkadir Geylani vefatı hicri
562’dir.Diğer birkaç örnek şöyledir: Rifailik; Ahmed er Rifai, vefatı
hicri 578. Bektaşiye; Hacı Bektaş Veli, vefatı hicri 669. Mevleviyye;
Mevlana Celaleddin Rumi, vefatı hicri 672. Halvetiyye; Ekmelüddin el
Haveti, vefatı hicri 750. Nakşibendiyye; Bahauddin Nakşibend, vefatı
hicri 791.
ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?

“Tarik” Arapça “yol” demektir. Bundan türetilen “tarikat” ise “yol,
yöntem, usul, tarz” manalarına gelir. Tarikatlar Allah’a gitmek için
bir yoldur, bir mecburiyet değildir şeklinde yumuşak izahlarla tarikat
bağlılığını açıklayan tarikatçılar vardır. Fakat birçok tarikatçı
“Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” uydurma hadisiyle tarikata
girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe,
kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır. Şimdi sormak lazım yüzlerce yıl
tarikatların yokluğunda Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı
yaşadılar? Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanların
mürşidi şeytan mıydı? Kuran’ın izahları bu yıllara kadar Müslümanların
manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara
ihtiyaç doğdu? Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır.
Peygamber’imiz ise Kuran’ın uymamız konusunda keŞl olduğu tek insandır.
Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş,
bu şeyhlerin etrafındakiler kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik
olanlar olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara uymak dinin en önemli
şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların birçok
liderinin Mehdi veya İsa ilan edilmesi sadece geçmişteki tarikatların
değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir. (Mehdi ve
İsa’nın gelişi ile ilgili inançlar için 20. Bölümü okuyunuz.) Her
şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz.
Bunların çoğu paranoyak hezeyanları olan, insanların hem ruh dünyasını,
hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla Kuran’ın
bize anlattığı sahtekar Musevi ve Hıristiyan din adamlarının
dinimizdeki karşılığı bu şeyhlerdir.

Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler.

9- Tevbe Suresi 34
ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT

Tarikatların en önemli kurallarından biri müridin kendisini şeyhine
ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi bırakmasıdır. Kuran’ın
aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat
esastır. Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine
tabi olmaları, aklın bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul
edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının
inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası,
kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin
yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üstelik kişi aklı kenara bırakma
prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş müritle;
cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden
bizi tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu
kişiler tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe
teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen
ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır. Araştırma yerine yutturma,
düşünme yerine taklit esas olunca, tarikattaki herkesin inancı, hayata
bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır.
Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için
şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile “ Ben bilmem, şeyhim
bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti.” izahlarıyla şeyhin en saçma
izahlarını bile yutmaktadır. Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha
yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını
örnek verebiliriz. Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini
düşürdüğünü şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı. İkinci
şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü
ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi.
Üçüncü şeyh ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek müritlerine
cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek mürit tören havasında
“Muz yemeye” parolasıyla şeyhin cinsel organını öpmeye götürülüyordu.
Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlere;
okumuş, kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamak çok
zor gelmektedir. Fakat eğer tarikata girenlerin baştan akıllarını
kenara bırakıp, çoğu zaman yarı veya tam kaçık şeyhlere tabi oldukları
ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa bu hareketleri
de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini
anlamak için bir tarikatta müride uymasının zorunlu olduğu yedi madde
diye eline verilen listeyi görelim:

1-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden üstün bilmemek.

2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.

3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.

4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.

5-) Malı ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.

6-) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.

7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.
SAĞILACAK MÜRİTLER

Biz tarikat mantığı içinde tüm bu maddeleri anladık da bir tek ikinci
maddeyi anlayamıyoruz. Hep aklı kenara bırakıp, şeyhe tabi olunmasını
isteyen tarikatlar, neden acaba zeka ve idrak kabiliyeti istiyorlar.
Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok elde
edilmesi için kullanılacak zeka kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa
mürit ne kadar kazanırsa, o kadar sömürülebilir!

Muhammed İkbal bu manzaraya “şeyhperestlik” manasına gelen “pirizm”
adını takmıştır. Bununla “Allah ne istiyor? Kuran’da ne geçiyor?”
mantığı yerine “Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim tarikatımızda nasıl
açıklandı?” yı geçiren zihniyeti anlatmaktadır. İkbal’in diğer bir
izahı ise şöyledir: “Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkanı
kalmamıştır. Bu rutubetli alev, kıvılcım saçmaz.”

Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl karşı
olduğumuz tarikatlardaki genel zihniyettir. Kuran’da, bilmediğimiz bir
şeyin ardınca gitmememiz, bundan sorumlu olduğumuz geçer (17-İsra
Suresi-36). Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyhlerine tabi
olurlar ve tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır.
İnsanlar bilginin değil, taklidin uygulayıcıları olurlar. Mantık aklı
bir kenara bırakmak olunca, saydığımız en kötü örneklerin ortaya çıkışı
hiç de sürpriz değildir.
TARİKATLARDA MASALLAR

Şeyhe kayıtsız şartsız itaat tarikatın en önemli şartı olduğundan,
bunun sağlanması için müritlere hikayeler anlatılır. Örneğin: “Bir şeyh
bir müridine ‘Git babanın kafasını kopar bana getir’ der. Mürit de
görünürde çok garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı “Bir
hikmeti vardır” diyerek yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle
yatarken kopardığı baş babasının değil. Annesiyle zina yapan başka
birine ait. Şeyh uzaktan, kerameti sonucu bu olayı görüyor ve müridini
denemek için hikmetini açıklamadan böyle bir emir veriyor.” Bu örnek
hikayeyle görüldüğü gibi şeyh müride haramı emretse bile onun emrine
itaat edilmesi, çünkü bunun muhakkak bir hikmeti olacağı telkin edilir.
Oysa bir Müslüman’ın böyle bir şey iddia eden kişiye “Ben böyle bir
haramı niye işleyeyim? Allah cana kıymayı haram etmişken benden böyle
bir şeyi nasıl istersin?” demesi gerekir. Oysa tarikatlarda şeyhe bu
şekilde karşı çıkışlar,
normal olmanın değil, imanı zayıf bir kimse olmanın belirtisi sayılır.
Hikayelerle müridi şeyhin robotu yapma tarikatlarda çok sık kullanılan
bir yöntem olduğu için meşhur bir hikayeyi daha örnek verelim: “Bir gün
Hacı Bektaş Veli’nin çok müridi olmasından rahatsız olan devrin
yöneticileri Hacı Bektaş’a gelip bu rahatsızlıklarını, müritlerinin
çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bektaş da ‘Rahatsız olmayın
benim sadece bir buçuk müridim var.’ demiş. Gelenlere bunu ispat için
içeride bir koyun kesen Hacı Bektaş kanını dışarı akıtmış. Müritlerini
ise dışarıda toplamış ve tüm müritlerini kesmesi gerektiğini ve sırayla
gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes kaçmış.
Erkek bir, kadın yarım sayıldığı için gerçek müritler işte bu bir
buçukmuş.” Bu kıssa anlatılıp müritlerden bu gerçek müritler gibi olup
şeyhi öldürecek olsa bile kendilerini teslim etmeleri gerektiği
öğretilir. Aklı bir kenara bırakan, şeyhi haram olan bir şeyi istese
bile vardır bir hikmeti deyip boyun eğen kişiler olarak yetiştirilen
müritler, artık şeyhleri nasıl Müslüman olmalarını isterse öyle
Müslüman olabilmekte, Allah’ın kitabı yerine şeyhlerine tabi
olmaktadırlar. Bu halleriyle şeyhler halkın parasını haksızlıkla yediği
söylenen hahamlara ve rahiplere Rab edinilme hususunda da benzerlik
göstermektedirler.

Allah’ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da Rabler edindiler.

9- Tevbe Suresi 31


Şeyhe tabiyet Kuran’a tabiyet ile nasıl bağdaşır? Kuran yerine şeyhe
tabi olanlar, Kuran’ı ancak ölülerin arkasından hem de bilmedikleri bir
dilde okuyanlar, Kuran’ın manası yerine melodisine önem verenler ne
yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran’ı rehber kitap
olarak değil ölülerin arkasından okunan okuma kitabı olarak
görmektedirler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com
Admin
admin
admin
Admin


Erkek
Yaş : 51 Kayıt tarihi : 28/12/08 Mesaj Sayısı : 340 Nerden :

Tarikatlare genel bir bakış Vide
MesajKonu: Geri: Tarikatlare genel bir bakış Tarikatlare genel bir bakış EmptyPtsi Ocak 26, 2009 11:52 pm

RABITANIN ABUKLUĞU

Tarikatlardaki en garip olaylardan biri de şeyhe rabıtadır.
Türkiye’mizde en yaygın tarikat olan Nakşibendiliğin de en önemli
uygulamalarından biri olan rabıta şöyle yapılır: Mürit abdestli olarak,
kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalinde
canlandırarak Allah’ı zikreder. Rabıtayla şeyh ile mürit arasındaki
sürekli beraberlik sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı
fotoğrafa bakıp yapan modern (!) Nakşibendiler de mevcuttur. Bu
uygulama kadar acayip olan bir izah ise şöyledir: “Rabıtasız zikir
yerine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve rabıtadan birini
terketmek zorunda kalırsak zikri terketmek daha uygundur. Çünkü
zikirsiz rabıta erdirir, fakat rabıtasız zikir erdirmez.” Günümüzde
yaygın olarak yapılan bu uygulama, tarikatlar konusunu niye ayrı bir
başlıkla incelediğimizin sebeplerinden biridir. Bize göre en kibar
ifadeyle saçmalık olarak değerlendirdiğimiz bu uygulama, Kuran’ın
diniyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.

Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran’daki
kullanılışlarına baktığımızda, aradaki uçuk farkı, alakasızlığı
farkederiz. Örneğin “şeyh” kelimesi Kuran’da “ihtiyar adam” manasında
kullanılmıştır (Bakınız 11-Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas
Suresi 23,40-Mümin Suresi 67). Kuran-ı Kerim’de “veli” kelimesi ise
“dost, yakın” gibi manalarda kullanılır. “Evliya” kelimesiyse bu
kelimenin çoğuludur. Kuran’a göre her Müslüman Allah’ın velisidir,
Allah da onların velisidir (Bakınız 2-Bakara Suresi 257,3Ali İmran
Suresi 68, 5-Maide Suresi 55, 7-Araf Suresi 196,9-Tevbe Suresi 71).
Kafirler ise şeytanın velisidir, tüm Kafirler de birbirinin
velisidirler (Bakınız 4-Nisa Suresi 119, 4-Nisa Suresi 76, 7-Araf
Suresi 27, 16-Nahl Suresi 16). Mutlak anlamda gerçek dost sadece
Allah’tır. Tüm dostlar ona nispetledir. O halde ondan başka gerçek veli
yoktur (Bakınız 2-Bakara Suresi 107, 9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan
Suresi 18, 39-Zümer Suresi 3, 42-Şura Suresi 9). Görüldüğü gibi
Kuran’da 80’den fazla yerde geçen “veli” veya “evliya” kelimeleri
hiçbir yerde günümüzde halka takdim edilen süpermen insanlar manasında
kullanılmamıştır. Bu evliyaların, şeyhlerin gösterdiği olağanüstü
haller manasında “keramet” kelimesinin kullanıldığına da Kuran’da
rastlamıyoruz. Bu kelimeyle aynı “KRM” kökünden bir çok Şil Kuran’da
geçer ve bu kelimelerle Allah’ın cömertliği, verdiği rızıkların bolluğu
anlatılır ama süper adamların süper olağanüstülükleri anlatılmaz
(Bakınız 27Neml Suresi 40, 8-Enfal Suresi 4, 17-İsra Suresi 70,
36-Yasin Suresi 11).

Tarikatlardaki dönmelerin, semanın, musikinin dinin bir parçası olduğu
iddia edilmediği sürece hiçbir zararı olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü
Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Yeter ki bu
uygulamalar ibadet olarak takdim edilmesin. Fakat ne yazıktır ki birçok
tarikatta bu tarz uygulamaların adeta dinin bir uygulaması gibi
tanıtıldığına tanık olmaktayız. Bizim de karşı olduğumuz budur. Yoksa
Müslümanlar elbette ki vakışar, dernekler gibi kurumsal yapılar
kurabilir, bunların içinde bir hiyerarşi oluşturabilirler. Tüm bu
kuruluşlarda şiir okunması, müzik dinlenmesi, sema, sanat, toplantı,
gösteri yapılması da normaldir. Fakat anormal olan insanları
tartışılmaz ilan etmeleri; ister iyi, ister kötü olsun tarikatların
kendilerini ve Kuran’da yer almayan uygulamalarını dinin bir parçası
gibi göstermeleridir.

Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi
tanıtmaları olmuştur. Hindu anlatımlarını ve Hindu tarikatlarını
andıran suni çilelerle, müritleri terbiye edeceğini söyleyen
tarikatlar; insanları karanlık odalarda uzun süre aç, susuz bırakıp,
onlara acı çektirip, bir çok kişinin ruh dengesini bozmuşlardır. Ruh
dengesi bozulan bu insanların gördüğü halusinasyonlar ise, bu
kimselerin üstünlüğüne, evliya olduklarına yorumlanmıştır. Oysa
Kuran’da hiçbir Peygamber’in, hiçbir kimsenin, kendisine böyle suni
çileler çektirip, kendi kendine işkence etmesi geçmez. Kuran’a göre
Allah gerekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa
olsun Müslüman buna katlanır. Fakat bu zorlukları Allah hayatın doğal
akışında insanın karşısına çıkarır; yoksa çile olsun diye, zorluk olsun
diye insanın kendisine işkence etmesine dinimizin tek kaynağı olan
Kuran’da rastlamayız.
EFENDİLERİN KUYRUĞUNA TAKILMA

Ve derler ki: “Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”

33- Ahzab Suresi 67

Geleneksel İslam’ın uygulayıcısı, atalarından miras kalan mezhebine
hiçbir akılsal kritere dayanmadan uyar. Mezhebin bu tabileri, mezhep
büyüklerinin ne kadar zeki, ne kadar üstün ahlaklı olduklarına dair
hikayeler anlatarak bağlılıklarını meşrulaştırmaya çalışırlar. Bu
şahıslara göre büyükleri (mezhep imamları) her şeyi düşünmüştür. Onlara
uymak yeterlidir, onların karar verdiği bir konuda düşünmek, tartışmak,
sorgulamak edepsizliktir. Geleneksel İslamcıların dini direkt öğrendiği
bir kaynaksa tarikattaki şeyhleridir. Tarikattaki bu şeyhlere de çoğu
zaman “efendi”, “efendi hazretleri”, “hocaefendi” gibi lakaplar
takılır. Vefat etmiş mezhep imamlarına karşın bu efendiler yaşayan dini
kaynaklardır. Bu büyüklere ve efendilere uymaktaki temel mantık
aynıdır: Düşünmeden tabi olmak, sorgulamamak, aklı çalıştırmadan
onların aklına güvenmek. Oysa Kuran’ın alıntıladığımız ayetinde
görüldüğü üzere, birçok insanın doğru yoldan sapmasının sebebi
büyüklerine, efendilerine körü körüne bağlanmalarıdır. Aklı
çalıştırmanın yerine taklidi ön plana çıkartan; atalara uyarak yol
bulmanın, çoğunluğun tercihine bakarak yol bulmanın ve efendilere,
büyüklere teslim olarak yol bulmanın hiçbirini Kuran kabul
etmemektedir. Kuran dinin kaynağı olarak kendisinden başka ne bir
efendiyi, ne bir mezhebi, ne bir hadisi, ne de herhangi bir tarikatı
belirtmez. Kuran’a göre doğruya ulaşma aklı dışlamayla değil; aklı
kullanma, düşünme faaliyetiyle gerçekleşir.

Kuran’ı okuyup düşünmüyorlar mı?

4- Nisa Suresi 82

Ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.

38- Sad Suresi 29


... Size ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.

3- Ali İmran Suresi 118
ŞEYHLERİ UÇURAN MÜRİTLER

Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler, bez
bağlamalar,eğilmeler, secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur.
Şeyhlerin bir kısmının ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına,
kardeşine bırakıp, bu manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde
tutulması da sayısız garipliklerin bir halkasıdır. Oysa dinimize göre
emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere bile layık
görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde
verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikayeler anlatılır ki;
Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler
kadar olmadığı görülür. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” deyimiyle halkın
arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatın müritlerinin
birbirlerine karşı hava atma mekanizmalarıdır. En çok ve en büyük
kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen
müritler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha
fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam ettirirler. Hayvanları,
insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler;
aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler... Süpermen
şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir
bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle
çarpar, üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşlarıyla
alemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne
haddine düşer şeyhe itiraz, şeyhin lafını tartışma, aklını kullanma!
Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır.

Müslümanlığa geçişinin en başında bu tarikatlara kapılan Türk halkı, ne
yazık ki hala araştırma, akletme yerine taklidi, tabi olmayı getiren bu
tarikatların düşünceye vurduğu zincirlerden kurtulamamaktadır. Körü
körüne itaat, hayatın zevklerinden kendini soyutlama, az gülme,
bireysel zekayı az geliştirme gibi özellikler tarikatların verdiği
zihniyetin sonuçlarıdır. Hatta tahminimizce bir araştırma yapılsa;
bugün halkımızın, belli liderleri tartışmasız önder kabul
etmelerinin kökündeki sebeplerinden biri olarak tarihimizde uzun ve
derin etkisi olan tarikatlara, şeyhlere körü körüne uymayı buluruz.
“Karı gibi gülmek” gibi hayattan gülerek zevk almayı, neşeli olmayı hoş
karşılamayan deyimlerin çıkış sebeplerinde de Osmanlı döneminde
yıllarca devam etmiş tarikat terbiyesini bulabiliriz. Kanaatimizce
tarikatların verdiği bu terbiye geleneğe dönüşerek, günümüzde tarikatla
alakası olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen
derin etkiler bırakmıştır. Çilede medet ummayı ve bir insanı aşırı
yüceltip, araştırmadan o insana bağlanmayı gerektiren tarikatlar,
Kuran’ın istediği aklını çalıştıran insan modelinin önünde en önemli
engellerdir. Kuran’a gidip, Kuran dışında tüm dini kaynakları,
hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dinini Kuran’ın önünden
süpürmek, nasıl Kuran’ın dininin ortaya çıkmasının bir şartıysa, aynı
şekilde tarikatlar da Kuran’ın dininin ortaya çıkıp, dini, şeyhlerin
tekelinden kurtarmak için, süpürülmesi gerekenler listesine dahil
edilmelidirler. Böylece dinimizin bağlıları Peygamberimiz’in ve daha
sonra 4 halifenin döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı
olmayan, cami dışında tekke, zaviye gibi alternatif kutsal kurumları
olmayan, şeyh gibi Allah’la kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı
tanımayan, Allah dışında hiçbir varlığa teslim olmayan, kalple beraber
aklını da çalıştıran; salt
Allah’a kul olan kullar olacaklardır.

Haberin olsun, halis din yalnızca Allah’ ındır. O’ndan başkalarını
evliyalar edinerek “Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a
yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz.” diyenlere gelince, Allah
tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki
Allah yalancı, inkarcı kişiyi doğru yola iletmez.

39- Zümer Suresi 3

Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaların ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

7- Araf Suresi 3
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hazandefteri.yetkinforum.com

Tarikatlare genel bir bakış

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
RADYOMUZ YAYINDA ! :: Manevi Diyarımız :: Manevi Diyarımız :: Genel Konular -
forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar