RADYOMUZ YAYINDA !
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

RADYOMUZ YAYINDA !

Duygularınızı Paylaşabileceğiniz Nezih Bir Ortam
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Dağlı Yüreğine Ağ Atar Ölüm

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
HaZaN
admin
admin
HaZaN


Kadın
Yaş : 44 Kayıt tarihi : 29/12/08 Mesaj Sayısı : 948 Nerden :

Dağlı Yüreğine Ağ Atar Ölüm Vide
MesajKonu: Dağlı Yüreğine Ağ Atar Ölüm Dağlı Yüreğine Ağ Atar Ölüm EmptySalı Haz. 16, 2009 2:26 pm

Dağlı Yüreğine Ağ Atar Ölüm

“Gel ki, ben bugün dünyada değilim.

Dünyadan dışarı çıktım. Ben bugün kendimden de gizliyim.

Gönül ateşi ne hâldedir; bilmiyorum.

Çünkü dilim başka bir şekilde yanıyor.”

( Hz. Mevlânâ )

Geceye az kala sarsıyorum künyemi. Bakracımda çocukluk şekerleri eriyor ölüm sıcaklığında. Kaybolan yüzüm, haritasız kalıyor. Kursağımın pârelen sözü oluyor leylî. Hemdem olduğum aşk; hayatımla oynuyor. İyi kapa perdeyi ey can gözüm! Halel gelmesin mâsumluğuna. Kat kat oluşuna bir şey demesin kimse. Mevtin tadımlık baharına, toprağını ört. Büyüyen hıçkırık ol ömrün musallâsında. Ben ölümü bilmezsem, uyuyamam demişsin. Ölüm, tokluk mudur midende senin? Hançereni tekmeleyen, özünü acımtırak sabahlara bezeyen, kıvrılan zamanların ucunu muteber seanslarla düğümleyen o mavi, o sızı, o kemter duruş… Sen yokmuşsun bugün, ey var oluş!

Hani diyorum, yaralar varmış geçmeyen, asırlar sonrası vefâlı gelen. Ruhu müteessir, kelâmı esir bırakan. Sûz-i dîlin teşvik kamçısı. Mücmel ağrıları bütününe taşıyan. Gönül evini boşaltan ve dolduran, ne varsa hüzne dâir büyük bir sesle… Sesini kısan, dahası dil ucundan peltekliğini kavuran. Zeminin devrik cümlelerinden seni kapı dışarı bırakan. İzâle edilemeyen sanrılarda, bir varmış bir yokmuş masalına kandıran. Yarım kalmış harflerini sırr-ı aşka yazdıran. Hani /diyorum, gölgesiz duruyor duvarlar, gölgem/siz…

Köşelerden köşesizlik kapılıyor bu bahçede. Aşk Ustası defterime Dîvân’ından yazıyor; dediği gibi “Ölüm bizi birer birer çekip alıyor; onun heybetinden, korkusundan akıllı insanların bile beti benzi sararıp durmadadır! Ölüm yolda durmuş, bekliyor; efendi ise gezip tozma sevdâsındadır! Ölüm kaşla göz arasında; onu hatırlamaktan bile bize daha yakın! Fakat gaflete dalanın aklı nerelere gitmede, bilmem ki?...” Dostlar çarşı-pazarda görsün. Akıl, çokbilmişlik heveslerinde. Oysa ölüm geldiğinde gelinse aşka, satılabilir mi kuş, kafeste yoksa? Cân, tendeyken teni aralamalı. Kabuğun içinden çıkacak olana özünü verir aşk. Köşene döşenir muamma bir kilim. Dağlı yüreğine ağ atar ölüm; kaçtığın ummandan seni tutar. Yeter ki öl, ölmeden ölümle. Kaldır mevtânı yerden ey can gözüm! İki sözüm var iyi belle; ölüm ölüm…





Bölümlerimi ölçtüm, kategorimde açılan bir hiçlik. Gizlenmişim kendi bilmecemde. Alnımın açık sahrasında Filistin. Kan kaybediyorum can evimde. Bugün üç ocak, dünyam kaynıyor. Yetiştiremiyorum hiçbir hücremi hastanelere. Şifâ evlerim bombalanıyor. Mahdumu oldum kırmızı çağın, mevkîsi tâziyesiz. Bu havâlide umarsızca kesiliyor damarlarım. Birileri eğleniyor ağlarken pek çok âlem. Terkimdeyken aralık, aralıksız tıkanıyorum; sizi arıyorum, biz kayıp. Koğuşlarda bulamıyorum gâib dokularımı. Duyularım benden duygu kaçırıyor. Mimiklerimde anlamsızlık. Mutâbık olamıyorum çevremin çimenine. Sabah-akşam Gazze! Öğünlerimi sayamıyorum, ölülerim şehâdet şerbetinde. Müferrah olamıyorsam, acıların hitam bulmadığındandır. Sonu yok, nihâyeti hiç… İçi dönmüş kâtillerin özsüzlük travmaları, savaş uçaklarıyla yağıyor. Câmilerim harâbe, şehirlerim deşik. Dualarla salla hengâmını ey can gözüm; yeryüzü beşik…



Esrârın incesinden mavice sevmiştin sen. Ilık zamanların güzel burcundan, efil efil esen güney rüzgârından emanetti aşk. Toplu kıyımları anlatmıştın bir gece göğe çıkarak. Kalbindeki Cezîret’ül-Arap, sürekli kanıyordu. Kanamalı hasta oluyordun, umuda sımsıkı sarılarak. Uzaklara mektup yazıyordun, mürekkebin gözyaşıyla sulanıyordu. Kâğıt üzerinde dağılıyordun, yapabildiğin sâdece yazmaktı. Senin bir hesâbın vardı, her harfi duayla çarpılan. Kalemin kılıcıyla önce kendi zulmetini sonra kardeşlerine dadanan zâlimleri kesiyordun. Son nefes hâlinde kanatlanıyordun gidemediğin memleketine. Günlerden üç ocak, yanıyordu ocağın harıl harıl. Söyleyeceklerin sarkıyordu zaman ipinden kuyuna. Göçecek kervan bir çocuk müjdeliyordu. Büyük bir istekle çıkartıyordun onu çâhından ve ansızın kucağına nâşı geliyordu. Sonrası yazamamaktı ey can gözüm; acılar sükûta ısmarlanıyordu.



Şimdilerde geceye az kala sarsıyorum künyemi. Üç ocağın söyleyegeldiği susuşlarda, adımı merhûme diye anıyorum. Adımı çok görüyorum bu ölümlerde. Mâh-ı Muharrem’in Kerbelâ hâkinde, boğazım kurudukça kuruyor. Yalnız kalıyor fesleğen, dökülüyor papatya. Ağlıyor geceler, öteler sonsuzluğa akıyor. Bu ölümleri gördükçe öldüğümü kabul etmiyorum ben. Onlar gibi ölemiyorum… Ardından koşsam, şehri taşısam Uhrâ’ya. Ve gönül ateşimi anlatabilseydim tüm varlığa, yokluğum yanar mıydı bir kez daha aşka… “Gel ki, ben bugün dünyada değilim…”



“Ruh âleminde, elest meclisinde âb-ı hayat içenler, bir başka tarzda ölürler!”

-Hz. Mevlânâ-

Fâtıma Zehra Merinos
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Dağlı Yüreğine Ağ Atar Ölüm

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
RADYOMUZ YAYINDA ! :: Aşk ve Sevgi :: . :: Hayata Dair -
Yetkinforum.com | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar